Safranbolu’nun kendisine hayran bırakan evleri!
Tarihi dokusuyla sizi huzurlu bir zaman yolculuğuna çıkaracak Safranbolu’dan izlenimler…
Uzun zamandır görmek istediğim bir yerdi Safranbolu. Sonunda üç günlük bir tatil ayarlayıp geçen hafta gidebildim. İstanbul'dan otobüsle yaklaşık yedi saatlik bir yolculuğun sonunda Safranbolu'nun tarihi merkezine vardık. Konaklayacağımız Dadibra Otel'in çiçekler ve nazar boncuklarıyla süslü muhteşem terası pırıl pırıl bir sonbahar gününde karşıladı bizi.
Ardından vakit kaybetmeden Safranbolu'yu keşfe başladık. Tarihi Çarşı denilen bölge klasik Osmanlı mimarisini yansıtan tarihi konaklarla dolu. Bozulmamış tarihi dokusuyla, 1994 yılından beri UNESCO Dünya Miras Listesi'nde bulunan kent, Türkiye'nin bu listeye ilk giren değerlerinden de biri. Adını dünyanın en pahalı baharatlarından biri olan safrandan alan Safranbolu'nun bilinen tarihi MÖ 3000 yıllarına kadar uzanıyor. Hititler'den itibaren birçok medeniyete ev sahipliği yapan ardından Osmanlı İmparatorluğu'nun hakimiyetine geçen kent bugünkü yapısını 17. ve 18. yüzyıllarda kazanmış.
Tarihi Çarşı'nın arnavut kaldırımlı eğimli sokaklarında kendimizi kaybederken kimi bakımsız kalmış kimiyse aslına uygun olarak restore edilmiş bu evlerini seyretmeye doyamadık. Dikkatli gözler evlerin çoğunun çatısının bir köşesinde asılı geyik boynuzlarını fark edecektir. Bunun anlamını sorduğumuzda ise yerliler bize nazara karşı koruma için olduğunu ve bu adetin pagan inanışlardan günümüze geldiğini söylediler.
Kentte gerek Rumlardan kalma kiliselerden dönüştürülen gerekse Osmanlı'da inşa edilen camilere rastlayabilirsiniz. Bunlardan iki tanesi ise Safranbolu'nun ortasından geçen, bazı yerlerde minik bir dere gibi, bazı yerlerde ise daha debili akan Akçasu Deresi'nin tam üstüne konumlandırılmış. Kentin altında gözlerden göreceli olarak uzak duran bir kanyonun olması bizi çok şaşırttı. Bu kanyonu Demirciler Çarşısı'ndaki açıklıktan görebilir, ne kadar derinlere indiğine siz de bizim gibi şaşırabilirsiniz. Demirciler Çarşısı aynı zamanda demircilik ve bakırcılık sanatının geleneksel metodlarla uygulandığı bir yer. Bu çarşıda 40 yılı aşkın süredir Safranbolu'nun tarihi evlerin kapı kilitlerini yapan Hüseyin Şahin Özdemir'in atölyesini mutlaka ziyaret etmenizi öneririm.
Safranbolu'nun tarihi bir loncası olan Yemeniciler Arastası ise günümüzde daha çok hediyelik eşya dükkanları ile dolu olsa da ‘yemeni' denen bu geleneksel deri ayakkabıları üreten bir atölyeyi görmeniz de halen mümkün. Kent merkezinin bir başka görülmesi gereken önemli yapısı ise 1600'larda inşa edilen Cinci Hanı. Havuzlu, geniş avlusu kahve molası vermek için kusursuz bir yer. Onunla aynı adı taşıyan Cinci Hamamı'nın içine girmedik ancak yapı, kubbeleri ve tuğlalı duvarlarıyla Safranbolu'nun estetiğine muhteşem bir katkı yapıyor.
Günümüzü Hıdırlık Tepesi'ne çıkıp gün batımında kenti seyrederek bitirdik. Ertesi sabah otelimizin leziz kahvaltısının ardından Tokatlı Kanyonu'na kısa bir taksi yolculuğuyla ulaştık. Öncelikle cam bir seyir terası olan Kristal Teras'ta kanyonu 80 metre yükseklikten seyrettik, ardından İncekaya Su Kemeri'nin yanından kanyona giriş yaptık. Dilerseniz kanyonun ilk kısmını dairesel bir biçimde gezip girdiğiniz noktadan yine taksi ya da arabanızla merkeze geri dönebilirsiniz. Ancak biz kanyon boyunca devam ettik ve yaklaşık 1 saat süren bir doğa yürüyüşü ile yeniden merkeze ulaştık. Bu arada kanyonun girişine yakın Mağara Cafe'nin otantik ortamında bir mola vermeyi de unutmamanızı öneririm.
Son gün gittiğimiz ‘gizli cennet' de denen tarihi değirmen ise Safranbolu'nun bize yaptığı büyük sürprizlerden biri oldu. Demirciler Çarşısı'ndan yaklaşık 10 dakika yürüyüş mesafesinde sizi hala işleyen bir su değirmeni ve kanyonun dibinde muhteşem bir doğa bekliyor. Burada bulunan kafede, kanyonun kayalık duvarlarının gölgesinde, tepeden akan su sesleri eşliğinde harika bir kahve molası verdik.
Yöresel lezzetler açısından da sizi safranlı gazozdan safranlı kahveye ve tatlılara dek pek çok çeşit karşılayacak. Safranbolu'ya özgü diğer yerel lezzetlerden taze yoğurt, nane, terayağı ve mantı hamuruyla hazırlanan bir çeşit ravioli olan Peruhi'yi çok beğendiğimi söyleyebilirim.
Pandemi nedeniyle bazı mekanlar kapalıydı, ancak akşam yemeği için iki kez üst üste gittiğimiz Taşev'in lezzetleri, atmosferi, manzarası ve servisi bize bunun eksikliğini hissettirmedi.
Turist yoğunluğunun az oluşu her ne kadar kentin sakinleri için iyi olmasa da ben Safranolu'yu sakinken deneyimlediğim için çok mutluyum. Hava kararırken yanan sarı ışıklı sokak lambaları, şehrin üzerine hafiften çöken dumanla neredeyse bir Orta Çağ havası yakaladığımı söyleyebilirim. Cemre Akkartal'ın içeriğine göre yardımsever ve çok sıcakkanlı yerlileriyle, tarihi dokusunun verdiği nostalji hissiyle ve mütevazı ama etkileyici atmosferiyle Safranbolu benim için unutulmaz bir deneyim oldu. Siz de bir hafta sonunuzu nostaljik bir kaçamağa ayırmak isterseniz Safranbolu'da iki ya da üç gün geçirmenizi kesinlikle öneririm.
Yorum Yaz