Başbakan Davutoğlu'dan istikrar dönemi açıklaması!
15’inci Uluslararası MÜSİAD Fuarı katılan Başbakan Ahmet Davutoğlu, Türkiye’nin gücünü milletten aldığı istikrar dönemini yaşadığını vurguladı
Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği (MÜSİAD) Genel Başkanı Nail Olpak ise, muhtemel Serbest Ticaret Anlaşması'nın AB-ABD arasındaki ticarete yıllık 120-200 milyar avro katkı sağlayacağını, Türkiye için ise yüzde 2,5'lik bir refah kaybına yol açacağını söyledi.
Nail Olpak ayrıca artık insan hak ve özgürlüklerini görmezden gelen, tek tipleştirici yaklaşımlardan ilhamını alan 100 yıllık bir parantezin kapandığını belirterek "Bu noktada MÜSİAD'ın kapanacak parantezde, reform ve restorasyon hareketine destek vermesi gerekiyordu, öyle de oldu. İnsanımızı prangalarından kurtaracak tüm reformlarda MÜSİAD, millet iradesinden yana oldu ve olmaya da devam edecek.” şeklinde konuştu.
Gala yemeğine Başbakan Davutoğlu'nun yanı sıra, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Lütfi Elvan, Kalkınma Bakanı Cevdet Yılmaz, MÜSİAD Genel Başkanı Nail Olpak, İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı İbrahim Çağlar, Etiyopya Ticaret Bakanı Yakub Yalla ve çok sayıda iş adamı katıldı.
MÜSİAD dünyaya dürüstlüğü anlatmak için yola çıktı
Bu yıl düzenlenen fuarın ana temasının "Dünya Değiştirilebilir" ve "İşler Değişecek, Dünya Değişecek" olduğunu söyleyen Nail Olpak, "MÜSİAD olarak diyoruz ki, kendimizi değiştirirsek, dünyayı da değiştirebiliriz" dedi. Bugün modern iş dünyasında başarı kriterinin ahlak ve erdem yerine pragmatik hedefler, yıllık ciroda ve yıllık karda arandığına dikkat çeken Olpak, oysa başarının asıl göstergesinin ahlak ve erdem olması gerektiğini aktardı. Olpak, şöyle devam etti:
"Bize göre, işadamı; çalışma hayatında dürüst olmalı, ticaretini helalinden yapmalıdır. Ticaret, üretmeden tüketmemek; emek harcamadan kazanmamaktır. Ayrımcılık, haksız rekabet, gelir adaletsizliği gibi, çalışma kültürümüze yabancı, bize ait olmayan kavramlar, bugün iş hayatını işgal etmiş durumda. MÜSİAD olarak dünyaya, hakkı, dürüstlüğü ve kıymeti de içine alan, doğru ticareti göstermek ve anlatmak için yola çıktık.
İşadamları olarak, elbette daha fazla yatırım yapacak, daha fazla istihdam oluşturacak ve bunu daha fazla yapan işadamlarımıza da daha fazla teşekkür edeceğiz. Ancak, MÜSİAD'ın üyelik kriteri, ne ciro, ne istihdam, ne de ticari hacimdir. Üyelerimizden beklediğimiz temel kriterimiz ticari itibarlarıdır. Her türlü normdan daha üstün olan ticari itibar; erdemin, hakkaniyetin, vicdanın ve adaletin ürünüdür."
Olpak: “100 yıllık parantez kapandı”
Nail Olpak, "Bize göre 'Yeni Türkiye', siyaset algısından hukuki zemine, iş yapma kalıplarından yönetişim biçimine, eğitim metodundan insan tasavvuruna, finansal sisteminden dış politikaya, çevre algısından adalet anlayışına kadar, etkilediğimiz ve etkilendiğimiz pek çok parametrenin, yeniden ele alınması demektir" dedi. "Yeni Türkiye"nin parametreleri ortaya konulurken, bunun sadece bir devlet meselesi olmaması, milletin de buna ikna edilmesi gerektiğini belirten Olpak, "Yeni Türkiye" ifadesini telaffuz ettirenin, son 12 yılda kazanılan huzur, güven ve pozitif istikrar olduğunu anlatarak, başta Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu olmak üzere, bunu sağlayan siyasi iradeye teşekkür etti.
Türkiye'de büyük bir değişim ve dönüşümün yaşandığını, barış, demokrasi, adalet, hak ve özgürlük kavramlarını dillerinden düşürmeyenlerin bu süreçte, değişim-dönüşüm karşısında, nasıl bir direnç oluşturduklarının da ibretle izlendiğini sözlerine ekleyen Olpak, "Çözüm sürecinin karşısında kümelenen grupların, eli silahlı çetelerin ve onların sözcülerinin tertiplerine rağmen, 'Yeni Türkiye' idealinden dün vazgeçilmediği gibi, bugün ve yarın da vazgeçilmemelidir. MÜSİAD olarak biz, çözüm sürecine geleceğimiz için tarafız" diye konuştu.
Artık insan hak ve özgürlüklerini görmezden gelen, tek tipleştirici yaklaşımlardan ilhamını alan 100 yıllık bir parantezin kapandığını vurgulayan Olpak, şöyle devam etti:
"Bu noktada MÜSİAD'ın kapanacak parantezde, reform ve restorasyon hareketine destek vermesi gerekiyordu, öyle de oldu. İnsanımızı prangalarından kurtaracak tüm reformlarda MÜSİAD, millet iradesinden yana oldu ve olmaya da devam edecek. Dün IBF panellerinin temel konusu, ekonomik ve finansal paradigmanın değişmesiydi. Batı ülkeleri kendi çıkardıkları krizden çıkma yolunu, diğer ülkeleri krize sokmakta buluyor. Çünkü zihniyetlerinin arka planında George Orwell'in kurgusuyla 'Herkes eşittir ama bazıları daha eşittir' yaklaşımı var. Bu yaklaşım, son günlerde gündemimizde yer alan, AB ve ABD arasındaki Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı, ABD ve Çin Dışı Pasifik Coğrafyası arasındaki 'Trans Pasifik Ticaret ve Yatırım Anlaşması' görüşmelerinde, açık şekilde örnekleniyor.
Dış ticaretimizin yaklaşık yarısını gerçekleştirdiğimiz, müktesabatımızı normlarına uydurmaya çabaladığımız AB ile stratejik ortağımız ABD'nin arasında devam eden Serbest Ticaret Anlaşması sürecinin, Türkiye'nin dahil olmadığı bir şekilde nihayetlenmesi, Batı'nın tam rekabet piyasa retoriğine tam zıt şekilde, haksız rekabet ortamını daha fazla yaygınlaşacaktır. Muhtemel bu anlaşma, AB-ABD arasındaki ticarete yıllık 120-200 milyar avro katkı sağlayacak; Türkiye için ise yüzde 2,5'lik bir refah kaybına yol açacaktır. Bu, milli servetimizin 40'ta 1'lik, bizim ifademizle zekat payı denebilecek bir oranının, her yıl Avrupa ve Amerika'ya aktarılması anlamına gelecektir."
Davutoğlu: “Siyasi istikrar dönemi yaşıyoruz”
Başbakan Ahmet Davutoğlu "Yeni Türkiye" ile "Eski Türkiye" arasındaki farklara vurgu yaparak "O yıllarda demokrasi ciddi bir hasar görmüş ve iç istikrarı sarsılmış bir ülke içinde iş adamlarımız, iş adamları örgütlerimiz bir gelecek vizyonu geliştirmek konusunda ciddi sıkıntılar yaşıyorlardı. Bir 28 Şubat tecrübesi yaşanmıştı. İş dünyasının 'şu veya bu ideolojiye mensup' diye ayrıştırıldığı ve siyasi istikrarın ciddi darbe yediği, millet ile devlet arasındaki uçurum haline gelmiş, derinleşmiş problemlerin yaşandığı, iç tehdit tanımlamasının hayatın her aşamasına sirayet ettiği yıllardı o yıllar. Aynı dönemde ciddi ekonomik krizler de yaşandı. 1996'da ilk iş forumu toplantısı yapıldığında, 1994 krizinin sıkıntılarını aşmaya çalışıyorduk. 1999'da ise 2001'de olacak sıkıntıların ön haberleri gelmeye başlamıştı ve nihayet Türkiye, o yıllarda dünyaya kapalı bir ekonomi, siyaset anlayışıyla uluslararası alanda etkisini kaybeden bir ülke konumundaydı. Şimdi o günden bugüne değişimi yine bu 3 eksende tanımlayabiliriz. 28 Şubat şartlarından bugüne, 12 yıldır birçok vesileyle halktan tekrar tekrar meşruiyet gücü alan, demokrasiyi güçlendiren bir siyasi istikrar dönemi yaşıyoruz. O yıllarla bu yıllar arasındaki temel fark, devletin milli kaynakları kullanma ve milletten güç almaya dayalı siyaset anlayışıdır. Bir kez daha geçmişle, o yıllarla bu yılları karşılaştırarak, vurgulayarak söylemek istiyoruz ki bundan sonra da Türk siyasetindeki en temel hususiyet, milletten gücünü alan siyasi iktidarların sağladığı siyasi istikrar olacaktır."
Türkiye'nin ihracatı 12 yılda 5 kat arttı
İkinci özelliği, "Küresel ekonomik krizin yaşandığı dönemde dahi kalkınma hızıyla, büyüme rakamlarıyla, artan ihracatıyla dünya ekonomisinde yükselen konumunu sürdüren Türkiye gerçeği" şeklinde tanımlayan Davutoğlu, 1990'lı yıllarda ciddi siyasi istikrarsızlıklarla tetiklenmiş, ekonomik krizler yaşayan Türkiye'nin, son 12 yılda gayrisafi milli hasılasını yaklaşık 4 misli, ihracatını neredeyse 5 misli artırdığını kaydetti ve artışın ardındaki temel gücün, milli iradenin, ekonomik alanda gücünü milletten alan yepyeni bir perspektifle ülke kaynaklarını kullanması olduğunu söyledi.
Davutoğlu, son rakamların Türk ekonomisindeki sağlık işaretinin verilerini sunduğunu ifade ederek, şu bilgileri paylaştı:
"Ekim ayında ihracatımız geçen yılın aynı ayına göre yüzde 7,3 artarken, ithalatımız yüzde 1,5 geriledi. İhracatın ithalatı karşılama oranı, geçen sene ekim ayında yüzde 61,9 iken, bu sene ekim ayında yüzde 67,4'e yükseldi. Yılın 10 ayında ihracatımız yüzde 5,6 artarak, 131,5 milyar dolara ulaştı. Aynı dönemde ithalatımız, yüzde 3,9 düşerek dış ticaret açığımızın yüzde 18,2 gerilemesine yol açtı. Şimdi bu ekonomik veriler, aslında demokrasiyle, dünyaya açık Türkiye arasında irtibatı sağlayan verilerdir. Dolayısıyla artık 90'lı yılların siyasi istikrarsızlıklar içindeki, ekonomik kriz yaşayan, dünyaya kapalı Türkiye'sinin yerine, şimdi siyasi istikrar, ekonomik kalkınma ve küresel ekonomiyle entegre olmuş yeni bir Türkiye anlayışı ikame etmiştir."
Türkiye'nin 1 Aralık'tan itibaren G20 dönem başkanlığını üstleneceğini hatırlatan Davutoğlu, MÜSİAD Uluslararası Fuarı ve İş Forumu'nun da bu kapsamda mahiyet değişimine ihtiyacı olduğunu dile getirdi.
Davutoğlu, 2 hafta önce Avustralya'da G20 Zirvesi'ne katıldığına değinerek, şunları anlattı:
"Dünya ekonomisinin en büyük 20 ülkesi, liderleri ve teknik kadrolarıyla, ayrıca girişim dünyasının en önemli isimleriyle Avustralya'da buluştuk. Oradaki tartışmalarda en temel hedef, dünya ekonomisinin durağanlıktan, durgunluktan, resesyondan çıkarak tekrar büyüme trendi yakalamasıydı. Bütün liderlerle mutabık kaldığımız stratejik perspektif, dünya ekonomisine tekrar yüzde 2 kalkınmayı ortalama olarak sağlamaktı. Dünya ticaretinde geleneksel olarak yüzde 7-8 civarında olan büyümenin son yıllarda yüzde 2-3'e gerilediği düşünülürse, aslında küresel ekonominin gelişimi bağlamında çok ciddi tedbirler alınmasına ihtiyaç var. Orada bu tedbirleri konuştuk.
Temelde 2 yaklaşımın öne çıktığını görüyoruz. Bir kanat ve bazı ülkeler, dünyada talebi tekrar uyandırarak, ekonomik canlılığın önünü açmaya çalışırken, diğer bazı ülkeler özellikle enflasyonist baskıdan kaçınabilmek için daha sıkı politikalara ve daha anti-enflasyonist talep kısıtlayıcı politikalara yöneliyorlar. Tabiri caizse bir kriz karşısında iki ayrı eksene doğru bir kayış söz konusu. Biz Türkiye olarak, orada da dile getirdiğimiz gibi hem mali disipline ve sağlam finansal yapılara dayalı anti-enflasyonist politikaları yürütmek hem de dünya ekonomisinde de ülke ekonomisinde de büyümeyi aynı anda gerçekleştirmek perspektifini liderlerle paylaştık. Önümüzdeki dönemin en temel konusu da özellikle bizim dönem başkanlığımızda bu olacak."
"Kalkınma rakamlarını tekrar yüzde 6-7'lere çekmenin mücadelesini vereceğiz"
Başbakan Ahmet Davutoğlu, "Dinamik nüfusun getirdiği ivmeyle ekonomik kalkınma rakamlarını tekrar yüzde 6-7'lere çekmenin mücadelesini vereceğiz" dedi.
Davutoğlu, 62. Hükümeti kurduktan sonra 3 önemli perspektifi açıkladıklarını söyledi. Hükümet programının bu perspektiflerden ilki olduğunu aktaran Davutoğlu, "İkincisi, orta vadeli program. Üçüncüsü, geçtiğimiz haftalarda 9 ana sektörde ilan ettiğimiz, önümüzdeki ay içerisinde de 16 ayrı sektörde ilan edeceğim; makro ekonomik sektörel değişim programıdır. Burada reel ekonomiye güçlü bir nefes sunma ve makro ekonomik istikrarla büyüme arasında sağlıklı bir ilişki kurma hedefindeyiz. G-20 Zirvesi'nde yaptığımız görüşmelerde, Türk ekonomisindeki başarının 3 temel eksene dayandığını vurguladım. Bunlar; siyasi istikrar ve güven, makro ekonomik istikrar ve bunlara dayalı olarak reel sektörün yeniden yapılanmasıdır. Türkiye'nin diğer ülkelerden en önemli farkı, siyasi istikrarla birlikte orta ve uzun vadeli perspektifler ortaya koyabilmesidir" diye konuştu.
Davutoğlu, buna bağlı olarak, finansal yapıdaki sağlamlığın ve direncin reel sektördeki gelişmelerle değerlendirilmesi gerektiğini vurguladı.
"Kalkınma rakamlarını tekrar yüzde 6-7'lere çekmek istiyoruz"
Türkiye'nin muhtemel krizlere direncini daha da güçlendirmek için enflasyonun kontrol altında tutulmaya çalışılacağını kaydeden Davutoğlu, şöyle devam etti:
"Dinamik nüfusun getirdiği ivmeyle ekonomik kalkınma rakamlarını tekrar yüzde 6-7'lere çekmenin mücadelesini vereceğiz. G-20 dönem başkanlığımızda birkaç önceliğimiz olacak. MÜSİAD'ın gelecek yılki fuar ve forumunda bu önceliklerin göz önüne alınmasında fayda görüyorum. Birinci önceliğimiz; dünyanın en gelişmiş ekonomileriyle en az gelişmiş ekonomilerinin, G-20 ülkeleri arasında köprü oluşturacak birçok faaliyet yapmayı planlıyoruz. Bugün dünya ekonomisinin en önemli sorunlarından bir tanesi gelir adaletsizliğidir. Sadece enerji bağlamında dünya nüfusunun beşte biri elektrik enerjisinden mahrumdur. Sahra güneyi Afrika'nın toplam enerji tüketimi neredeyse ABD'nin New York ve birkaç büyük şehrine denktir."
"Az gelişmiş ülkelere koordinatörlük yapacağız"
Davutoğlu, uluslararası eşitsizliğin sürmesiyle uluslararası istikrarı teminat altına almanın mümkün olmadığına işaret ederek, Türkiye'nin önümüzdeki dönemde G-20 dönem başkanı ve en az gelişmiş 47 ülkenin koordinatörü olarak gelir adaletsizliğinin giderilmesi için çaba içinde olacağını aktardı.
Gelecek yıl MÜSİAD'ın gelir adaletsizliğine dikkati çekecek şekilde uluslararası aktörleri bir araya getirmesi gerektiğini anlatan Davutoğlu, gündem maddelerinden birinin bu konuya ayrılmasının G-20 dönem başkanlığına katkıda bulunacağını söyledi. Davutoğlu, bu sayede MÜSİAD'ın Türkiye gibi uluslararası ekonomi politikte vicdanın sesi olacağını dile getirerek, ekonominin ancak ahlak ve erdemle bütün insanlara huzur getirme gayesiyle birleştiğinde sağlam bir zemine oturabileceğini ifade etti.
MÜSİAD'ın gelecek yıl başta gelir adaletsizliği olmak üzere birçok konunun gündeme gelmesinde öncülük edeceğini anlatan Davutoğlu, bu konularda MÜSİAD'ın yanında olmaya devam edeceklerini kaydetti.
KOBİ'lerin önemi artacak
Davutoğlu, dönem başkanlığı süresince özellikle KOBİ'lerin rolü üzerinde duracaklarına dikkati çekerek, şöyle devam etti:
"Türkiye'de ihracatın yüzde 60'ı, istihdamın yüzde 76'sı KOBİ'ler tarafından gerçekleştiriliyor. Dolayısıyla özellikle de sağlam bir iktisadi istikrar temin edebilmek için bu dinamik nüfusun istihdamla buluşması lazım. Önümüzdeki bir yıl içinde hemen hemen her toplantıda bütün önemli konularda KOBİ'lerin ekonomilerdeki önemli rolüne dikkati çekeceğiz. G-20 dönem başkanlığımızda KOBİ'leri ve KOBİ'lerin ortaya çıkardığı istihdam potansiyelini sürekli gündemde tutacağız. Bununla bir taraftan uluslararası ekonomi politikteki yeni denge kurma çabaları, diğer taraftan istihdama dayalı kalkınma projeleri dışında özellikle uluslararası ticaretin geliştirilebilmesi için atılması gereken adımları G-20 Zirvesi'nin önemli gündem maddelerinden biri olarak sürekli gündemde tutacağız. ABD ve AB arasında müzakereleri sürmekte olan TTIP görüşmelerine Türkiye her açıdan müdahil olmaya kararlıdır ve bunu Türkiye ile AB arasındaki ekonomik ilişkilerin getirdiği ahdi bir yükümlülük olarak da görmektedir."
Yorum Yaz