İstanbul’un kasırları ve Dolmabahçe Sarayı
İstanbul’da inşa edilmiş Dolmabahçe Sarayı, Maslak, Küçüksu, Ihlamur ve Beykoz Kasırları'nı tarihi hikayeleri ve görselleriyle tanıyalım.
Dolmabahçe Sarayı
Dolmabahçe Sarayı, otuz birinci Osmanlı padişahı Sultan Abdülmecid (1839-1861) tarafından yaptırılmıştır. İnşasına 13 Haziran 1843 tarihinde başlanan Saray, çevre duvarlarının tamamlanması ile birlikte 7 Haziran 1856 tarihinde kullanıma açılmıştır.
Saray'ın ana yapısı; Mâbeyn-i Hümâyûn (Selâmlık), Muâyede Salonu (Tören Salonu) ve Harem-i Hümâyûn adlarını taşıyan üç bölümden oluşur. Mâbeyn-i Hümâyûn; devletin yönetim işleri, Harem-i Hümâyûn; Padişah ve ailesinin özel yaşamı, bu iki bölümün arasında yer alan Muâyede Salonu ise; Padişah'ın devlet ileri gelenleriyle bayramlaşması ve kimi önemli devlet törenleri için ayrılmıştır.
Öte yandan mekân örgütlenmesi, oda ve salon ilişkileri açısından, geleneksel Türk Evi plan tipinin çok büyük boyutlarda uygulandığı bir yapı bütünüdür. Beden duvarları taştan, iç duvarları tuğladan, döşemeleri ahşaptan yapılmıştır. 45.000 metrekarelik kullanılır döşeme alanı, 285 odası, 44 salonu ve 6 hamamı vardır. Harem ve Mâbeyn bölümleri arasında yer alan Muâyede Salonu; Dolmabahçe Sarayı'nın en yüksek ve en görkemli salonudur. 2000 metrekareyi aşan alanı, 56 sütunu, yüksekliği 36 metreyi bulan kubbesi ve bu kubbeye bağlı yaklaşık 4,5 tonluk İngiliz yapımı avizesiyle bu salon, Saray'ın diğer bölümlerinden belirgin bir biçimde ayrılmaktadır.
Cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk, 1927-1938 yılları arasında İstanbul'daki çalışmalarında Dolmabahçe Sarayı'nı kullanmış ve burada vefat etmiştir. 1926-1984 yılları arasında protokol ve ziyarete kısmen açık olan Saray, 1984 yılından itibaren “müze- saray” olarak geziye açılmıştır.
Maslak Kasırları
Levent ve Ayazağa semtlerini birbirine bağlayan ana yolun sağında bulunan Maslak Kasırları'nın yer aldığı çevrede ilk yapılaşmaların, Sultan II. Mahmud (1808-1839) döneminde başladığı, bölgenin sultanlara ait bir av ve dinlenme yeri olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bu yıllarda tarih sahnesine çıkan ve bölgeye özel bir konum kazandıran Maslak Kasırları'nın ne zaman ve kim tarafından yaptırıldıkları tam olarak saptanamamakla birlikte, büyük bir bölümü Sultan Abdülaziz (1861-1876) dönemine tarihlenmektedir.
170 dönümlük orman arazisinin ortasında yeşilin tüm tonlarını barındıran bir koruluğun içinde yer alan Maslak Kasırları'ndan günümüze; Kasr-ı Hümâyûn, Mâbeyn-i Hümâyûn ve Limonluk, Çadır Köşk ve Paşa Dairesi gelebilmiştir. Boğaziçi'nin Karadeniz'e açıldığı noktayı çok iyi görebilen bir konumda, çevrelerindeki yeşil örtüyle bütünleşen bu yapılar, 19. yüzyıl sonları ahşap Osmanlı konut mimarlığı ve süslemeciliğinin seçkin örneklerini oluşturmaktadır. Günümüzde Kasr-ı Hümâyûn, eldeki belge, anı ve eski fotoğrafların ışığında onarılarak bir müze-saray olarak geziye açılmış durumdadır. Mâbeyn-i Hümâyûn ve ona bağlantılı Limonluk ile Çadır Köşk ve bahçesi de aynı biçimde ele alınarak onarılmış ve ziyaretçilerin oturup dinlenebilecekleri birer kafeterya kimliğine kavuşturulmuşlardır.
Küçüksu Kasrı
Boğaziçi'nde, Küçüksu ile Göksu Derelerinin arasındaki alanda bulunan Küçüksu Kasrı'nın bulunduğu yörenin yerleşim tarihi Bizans dönemine dek inmektedir. Osmanlı döneminde padişahın has bahçelerinden biri olan Küçüksu ve çevresini, Sultan IV. Murad'ın (1623-1640) çok sevdiği ve buraya “Gümüş Selvi” adını verdiği bilinmektedir. 17. yüzyıldan başlayarak çeşitli kaynaklarda “Bağçe-i Göksu” adıyla geçen yörede, özellikle 18. yüzyıldan başlayarak yoğun bir yapılaşma izlenmektedir.
1857 yılında yapımı tamamlanan Küçüksu Kasrı, 15 x 27 metre bir alan üzerine yığma tekniğiyle ve kâgir olarak yapılmıştır. Bodrumuyla birlikte üç katlı olan kasrın bodrum katı; kiler, mutfak ve hizmetkârlara ayrılmış, diğer katlarsa bir orta mekâna açılan dört oda biçiminde düzenlenmiştir. Bu özelliğiyle geleneksel Türk Evi plan tipini yansıtan yapı, genellikle dinlenme ve av amaçlı olarak kullanılan bir “biniş kasrı” niteliğindedir.
1992 yılında başlatılan kapsamlı bir restorasyon projesiyle Küçüksu Kasrı'nın denize kayması engellenerek, 1996 yılında yeniden müze-saray olarak ziyarete açılmıştır. Kasrın hemen yanı başındaki iskele, çeşme meydanı ve özgün bahçenin geçmişte olduğu gibi halkın eğlenip dinlenebildiği bir mesire kimliğine kavuşturulması amacıyla çeşme civarında ziyaretçilere kafeterya hizmetleri verilmekte, genişletilen rıhtım ulusal ya da uluslararası nitelikteki resepsiyonlara tahsis edilebilmektedir.
Ihlamur Kasırları
Beşiktaş, Yıldız ve Nişantaşı arasında kalan Ihlamur Vadisi'nin, 18. yüzyılda, Tersâne Eminlerinden Hacı Hüseyin Ağa'ya ait olan ve bu yüzden “Hacı Hüseyin Bağları” adıyla tanınan bir mesire yeri olduğu bilinmektedir. Sultan Abdülmecid'in (1839-1861) Osmanlı tahtına geçmesiyle birlikte, Ihlamur Mesiresi'nin bulunduğu bu alanda Ihlamur Kasırları'nın yapımına başlanmıştır. Yer yer yüksek çevre duvarları ve bazı kısımlarda da döküm parmaklıkların sınırladığı 24.724 metrekarelik ağaçlıklı bir alan içinde yer alan iki yapı; yapıldıkları 1849-1855 yıllarından bu yana kimi zaman “Nüzhetiye” kimi zaman da “Ihlamur Kasırları” adıyla anılmıştır.
Ihlamur Kasırları'nın Merasim Köşkü bir müze-saray olarak ziyarete açık tutulmakta, Maiyet Köşkü ise kışlık kafeterya olarak düzenlenmiş bulunmaktadır. Kasrın bahçesinde; Maiyet Köşkü'nün çevresinde ve iç kısımda bulunan havuz etrafında yazlık kafeterya hizmetleri de verilmektedir.
Beykoz Kasrı
Mısır Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından Sultan Abdülmecid'e (1839-1861) armağan olarak yaptırılmaya başlanmış, ölümü üzerine oğlu Said Paşa tarafından tamamlanmıştır (1848-1854). Boğaziçi'nde yeni üslupta yaptırılan ilk kârgir Kasır olan Beykoz Kasrı'nın bahçeleri, set set yapının bulunduğu alana kadar yükselmektedir.
Yorum Yaz