Ataşehir Mimar Sinan Camisi’ne arabası olan mı gidecek?
Hürriyet Gazetesi köşe yazarı İsmet Berkan, Ataşehir Mimar Sinan Camisi'ne ulaşım sorununu ele aldı.
Bir yıl kadar önce, TEM otoyolunda gişeleri geçtikten sonra birinci köprü yolunda devam etmeyi seçtiğimde dikkatimi çekti o cami.
İstanbul'un Ataşehir'i konusunda zaten hiç de olumlu olmayan düşüncelere sahibim. Oraya son on yılda kondurulan (biri hariç) mimari garabeti yüksek apartmanları bile kapatan görkemdeki cami, yüzümün ekşimesine neden olmuştu.
Camileri sevmediğimden değil. Türkiye'de büyük camilere ihtiyaç olmadığını düşündüğümden de değil. Caminin mimarisinin taklit olmasına da o kadar takılmadım. Esas caminin yeriydi yüzümün ekşimesine neden olan.
Düşünün, bundan bir zaman sonra bir meşhur/mühim insanın cenazesi oradan kaldırılmak istenecek. Cami büyük ve o cenazeye kalabalık bir cemaatin katılması beklendiği için bu böyle olacak.
Peki o cemaat camiye nasıl gelecek? Tabii ki arabalarıyla. Çünkü aslında o camiye gelmenin, ulaşmanın başka bir yolu yok.
O otomobiller nerede duracak? Civarda cami için otopark da yapılmadığına göre, yolların üzerinde duracak.
Bakın dün cumaydı ve caminin ‘açılışı' vardı. Dükkan açılışı gibi cami açılışını hayatımda ilk kez duyuyorum ya neyse, açılış günü ne oldu oradaki trafik?
Hadi bu sefer başta başbakan olmak üzere çok sayıda bakan ve mühim siyasetçi vs vardı açılışta, haftaya cuma tekrar bakalım: Camiye kaç kişi gelecek cuma namazına ve neyle gelecekler?
Çok kişi gelse bir dert, az kişi gelse başka dert.
Çok kişi gelirse civarda yine trafik kilit olacak çünkü dediğim gibi camiye gelmenin yegane yolu otomobil.
Az kişi gelirse bu sefer koca cami boş kalacak.
Ben, hükümetlerin, belediyelerin şehirlere anıt eserler kazandırmalarını normal, hatta olması gereken bir davranış olarak görenlerdenim. Ama adına da ayıp edercesine ‘Sinan Camisi' denen bu cami, hiçbir biçimde anıt eser olmayı hak etmeyen, tam tersine yanlış yere yanlış biçimde yapılmış bir cami.
Aynı şey Çamlıca'ya yapılması düşünülen cami için de geçerli. Civarında cemaati olmayan bir caminin çok anlamı da yok.
Kaldı ki bizim Cumhuriyet dönemi boyunca becerebildiğimiz yegane büyük cami olan Ankara'daki Kocatepe Camii'ni görüyorsunuz, ona ‘güzel bir eser' diyenini duydunuz mu?
Bir şeyin büyük olması onun anıt olmasını otomatik olarak sağlamaz. Merak eden, İstanbul Tahtakale'deki mütevazı Rüstem Paşa Camisine gitsin, anıt nasıl olunuyor belki biraz öğrenir.
Valiliklerin ve mahkemelerin başka işi yok mu?
KİM bilir kaç zaman önceydi, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'la sohbet ediyorduk. Kürt meselesine gelince konu, köy isimlerinin Türkçeleşmesinden söz edilecek oldu, Başbakan hemen ‘Yahu ben de saçma buluyorum. Benim köyümün adı da Podolya, herkes de öyle söyler, kimse Güneysu demez, niye değiştirilir bu isimler ki' demişti.
Başbakan öyle demişti ama tam da bu görüşmeyi izleyen aylarda Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi bu değiştirilen isimler konusunda bence çok iyi bir çözüm bulmuş, yön tabelalarına köyün veya yerin hem Türkçeleştirilmiş adını hem de Kürtçe (veya Ermenice) eski adını yazmıştı.
Başta kimse bu uygulamaya ses çıkarmadı ama sonra anlaşıldı ki Diyarbakır Valiliği İdare Mahkemesi'ne başvurmuş, mahkeme kararıyla o çift dilli tabelalar indirildi.
Şimdi, sıra belediyelerin parklara, bahçelere ve yollara verdiği Kürtçe isimlere gelmiş belli ki. Yine valilik mahkemeye başvurmuş, mahkeme Kürtçe isimleri yasaklamış.
Hep verdiğim örnektir: New York'ta Manhattan adasının aşağı doğu kıyısındaki bazı sokak ve caddelerde ‘Loisiada' yazar.
Loisiada hiçbir dile ait olmayan bir kelimedir. Manhattan'ın o bölgesinde yaşayan ve ana dili İspanyolca olanların kendilerine özgü aksanlarıyla ‘Lower East Side of Manhattan' kalıbını söyleme biçimleri kulağa ‘Loisiada' gibi gelir. Ve bu ‘gibi gelme' hali bile New York Belediyesi'nce ‘normal' bulunmuş, hemen sokak tabelalarına yansımıştır.
Diyarbakır'da veya başka şehirlerde yaşayan Kürtler kendi şehirlerinde bir yere kendi dillerinde bir isim verdilerse bunu yasaklamaya kalkışmanın anlamı nedir? Neden valiler bu işlerle uğraşır, neden mahkemelere gider ve neden mahkemeler kendilerine bunu iş edinip yasaklama kararları alırlar?
Anlamak imkansız.
İsmet Berkan/Hürriyet
Yorum Yaz