Beyoğlu İnci’sini kaybederse...
Beyoğlu’nda nefis bir bahar günü. İstiklal, yine insan seli. Her köşede, gelene geçene mikrofon uzatan televizyoncular...
Beyoğlu'nda nefis bir bahar günü. İstiklal, yine insan seli. Her köşede, gelene geçene mikrofon uzatan televizyoncular... Bildiri dağıtan genç insanlar... Hayran hayran dolaşan turistler... İşten erken kaytaranlar, öğle tatilini uzatanlar, işi gücü olmayanlar... Sanki herkes caddeye akmış.
Ancak bu hengameden kaçıp bir köşede, güzel günün tadını çıkararak bir kahve içmek isteseniz, oturabileceğiniz hiçbir yer kalmadı. Ara sokaklar nasıl ıssız, nasıl tatsız... Çıkmaz sokaklarda bile “masa yasağı” sürüyor. İnsafınız kurusun, Manda Batmaz'ın önündeki tabureleri bile kaldırmışlar!
Hayatımızın en küçük, en basit zevkini elimizden aldılar. Ama bununla da kalmayacaklar...
Cercle d'Orient binası sanki iyice kararmış, ilk kazmanın vurulacağı günü beklemeyi bırakmış. Hemen girişindeki İnci Pastanesi, 15 yaşımda ilk gittiğim günden farksız. Logosu bile aynı...
Tek fark var. “1944'ten beri” yazısı değişmiş. Yerine “1944-2012. Size 68 yıldır mutlulukla hizmet veriyoruz” yazısı konmuş...
Tabaklar hep hazır
İnci'nin girişinde, solunuzdaki tezgâhta 15-20 porsiyon taze profiterol, çatalıyla hazır bekler. Gelen müşteri tabağını kapar, yanına limonatasını alır, yer ve gider. O dört küçük masa hiç boş olmaz. Cam vitrinde en aşağı 10-11 profiterol kulesi vardır. Tabaklar devamlı yenilenir.
Profiterol çok güzel. İlk yediğim ve hep yediğimden farksız. Burası “profiterolün icat edildiği” yer!
İşlemeli tavanın yüksekliği 5 metre olabilir mi? Olabilir. Pirinç pervane, yazları çalışır ve o dar mekân, hep püfür püfürdür. Tezgâhın üstündeki Rapido tartı, duvardaki Meyer saat, duvarlardan sarkan renkli kurdeleler... Hepsi bir dönemi, bir stili temsil ediyor.
Taviz yok. İnci burada durduğu sürece, ne tattan, ne tarzdan taviz yok!
Bugün ancak üç beş eski pastanede kullanılan eski tip ceviz çerçeveli, camekanlı ve içi aynalı vitrinlerinde, çikolata çeşitleri ve kutuları durur. Çocukluğumuzun kutuları bunlar. Yaldızlı, renkli, kabartmalı, dikdörtgen kutular. Yoktu o zamanlar plastik ikea kutuları. Hayatımızı, boşalan bu çikolata kutularına gömerdik! Mektuplar, gazete kupürleri, ıvır zıvır hatıralar...
Geçmişiyle hiçbir zaman barışık olmamış bir toplum için ne lüzumsuz, ne nostaljik ayrıntılar!
Son günleri mi?
Mal sahibi, İnci'nin kira sözleşmesini tek taraflı feshetti. “Tadilat nedeniyle” tahliye davası açıldı. Bütün bunların, Cercle d'Orient binasının “yenilenme” projesiyle bağlantılı olduğu sır değil. Sadece Emek Sineması değil, tarihi binadaki 28 dükkân ve işyerinin 23'ü binayı terk etmek zorunda kaldı.
İnci'nin de müdahil olduğu davada, bir sonraki duruşma 4 Mayıs'ta.
İnci'nin son günleri mi? Kimin umurunda?
İKİ GÜZELLİK
- İstanbul Pera Müzesi'ndeki “Goya, Zamanın Tanığı” sergisi... Savaşın yıkıcılığını tüm şiddetiyle resmeden, 1700'lerde din adamlarının sofuluklarını ve soyluları eleştirebilen Francisco de Goya'nın gravürleri, insana “Dünyada ne yazık ki çok şey değişmemiş” dedirtiyor. “Kapriçyolar” ve “Savaşın Felaketleri” muazzam...
- “Nereden Gelmemiz Gerekiyorsa Oradan Gelmişizdir”... İsme bakar mısınız? Extra mücadele ve Nâzım Hikmet Richard Dikbaş'ın yeni sergisi, kaçmaz. Rahatsız eder, düşündürtür! Mısır Apartmanı, Galeri Non'da.
Mehveş Evin/ Milliyet.com
Yorum Yaz