Boş kalmış binayı zaman içerisinde tahrip etmek çok kolaydır!
İlber Ortaylı, Milliyet Gazetesi'ndeki köşesinde boş kalmış tarihi binaların zaman içerisinde nasıl yok edildiğini anlattı
Eski binaların tahribinde, bilhassa kitabenin yok edilmesinde birkaç çılgın işgüzar memurun dışında merkezi hükümetin bir politikası olduğunu zannetmiyorum. İstanbul-Osmanlı medeniyetini yıkanların saiki ideolojik olmaktan çok görgüsüzlük ve paradır
Topkapı Sarayı'nın Gülhane Bahçesi'nden geçelim; köşedeki Alay Köşkü'nden Kazım İsmail Gürkan yani eski Binbirdirek Caddesi'ne çıkan yokuşun adı Alayköşkü Caddesi'dir. 8 numaralı binanın üzerinde eski harflerle “Sağlık Yurdu” yazar. Bu çini levha ve binanın cephesini süsleyen diğer çini panolar, kemerli pencereler, binanın üstündeki yarım kubbe bu binayı o zamanki Sıhhiye Nezareti'nin bir mahalle dispanseri olarak inşa ettirdiğinin delilidir. Bina geçen zamanlar içinde mahalle polikliniği olma vasfını kaybetmiş, hoyrat kullanımlardan sonra boşalmış ve birisine satılmıştır.
Boşalan binanın zaman içinde tahribi çok kolay olur
Satın alanın bu güzel ve orijinal parçayı aslına uygun bir biçimde bir konut veya şahsi bir kütüphane veya İngiltere'deki “gentlemen's club” şeklinde düzenleyip kullanacağını düşünmek bir hayaldir. Burjuvazimiz henüz o derecede kalabalık ve eğitimli değildir. Birisi almış, yıkımı bekliyor ki otel yapsın. Boşalan binanın zaman içinde tahribi çok kolay olur. Sonra bu kadar katla yetinmeyecek, güya kurallar sert olmasına rağmen Ayasofya'nın yüz metre yakınındaki binalara bile iki-üç senede bir kaçak kat ilave edildiği görülmektedir. Bu binanın akibeti de öyle olur muhakkak. Suriçi İstanbul yani tarihi şehrin kalbi maalesef bu gibi binaları alan ve kaçak katlarla tahrip edenlerin eline düşmüştür. Eskiye nazaran tek fark ani yıkımdan çok bu gibi kurnazlıklardır. Geçtiğimiz günlerde Osman Öndeş'in bu vurdumduymazlığı ele alan “Vurun Osmanlı'ya (Bir Medeniyet Nasıl Yok Edildi?)” adlı bir kitabı çıktı. Mühim bir çalışma. Hemen şunu söyleyeyim; eski binaların tahribinde, bilhassa epigrafik malzemenin yani kitabenin yok edilmesinde birkaç çılgın işgüzar memurun dışında merkezi hükümetin bir politikası olduğunu zannetmiyorum. Cehalet önce gelir. Nitekim Atatürk bazı epigrafik malzemeyi (bu gibi kitabeleri) daha iyi değerlendiren Paul Wittek için etrafındakilere; “Bu Avusturyalı bunları okuyor da siz mi değerlendiremiyorsunuz?” demiştir. Paul Wittek o günden sonra pek rahat ettirilmediğinden şikayet etmişti. “Okuyan gibi olalım” demektense “herifi ürkütmek evladır” prensibinin geçerli olduğu anlaşılıyor. 1957'deki istimlakte Demokrat Parti'nin muhalifi birçok yazarın dahi “Sağda solda birtakım eski sefil eserler var bunları niye yakmıyorsunuz” diye açık ihbarcılık yaptığını Aydın Boysan üstad oğlu Burak'la birlikte kaleme aldığı İstanbul kitabında ifade etmiştir.
İstanbul-Osmanlı medeniyetini yıkanların saiki ideolojik olmaktan çok görgüsüzlük ve paradır. Fotoğraf arşivlerini bulduğunuz kadarıyla karşılaştırın. Sultanahmet ve eski Eminönü kazası dahilinde ne kadar eserin son on yılda yıkıldığını, yıkılmasına izin verilmeyenlerin de iki üç yılda bir yapılan kaçak katlarla bir ucubeye döndürüldüğünü görürsünüz.
Alayköşkü Caddesi'ndeki 8 numaralı binada eski harflerle “Sağlık Yurdu” yazar. Bu çini levha binayı o zamanki Sıhhiye Nezareti'nin bir dispanser olarak inşa ettirdiğinin delilidir. Bina zamanla poliklinik olma vasfını kaybetmiş, hoyrat kullanımlardan sonra satılmıştır.
İstanbul'u ancak İstanbulluların dikkati ve protestosu kurtarır
Bir grup adam İstanbul'un Bizans kalıntılarının Cumhuriyet dönemi milliyetçiliği tarafından ideolojik olarak yok edildiğini tekrarlar durur. Oysa böyle bir ideolojik tahribat için dahi bir şeyler bilmek lazımdır. Ayrıca Bizans katmanından önce Osmanlı katmanının tahrip edilmesi gerekir ve el hak ediliyor. Hem de son Osmanlı devrinde başlamıştır. 1950'lere kadar bu tahribat yavaş gittiyse memlekete Marshall yardımından Caterpillar inşaat makinelerinin gelmeyişindendir. İkinci Harb'ten sonra bu fazlasıyla telafi edilmiştir. Önce CHP'li vali ve belediye başkanları, sonra bazen aynı adamların DP devrindeki yönetimiyle ve görünmemiş imar faaliyetiyle (!) Osmanlı İstanbul'u coğrafyamızdan silinmiştir. Kalanlara göre topografyayı tespit etmek için bazı gruplar kurulmuştu. Bu şükran duyulacak milli zihin sporu da maalesef bugün ortadan kalkmış gibidir. Şurası gerçektir ki; İstanbul'u ancak İstanbulluların dikkati, hamiyyeti ve protestosu kurtarır.
Terbiye ve hukuk
Birçok toplumda ve birçok durumda geleneklere dayalı edep hukukun önünde gelir. Çünkü kanunların müeyyide (yaptırım) sahibi olmadıkları yerde gelenek ve edep kurallarının çok etkili olacağı açıktır. Türkiye maalesef edepsizliğin kol gezdiği bir ülke haline dönüştü. Bunun medyada da çarpıcı örnekleri görülüyor.
Son hafta gazetenin biri başlık attı; “Silivri'ye tayin edildiler” diye... Şûrada emekli edilen general ve amirallerin askerî cezaevi Hasdal'dan alınıp sivil hapishaneye nakledildiklerine göya nükte ile temas ediyor gibi. Başlıktaki nükte kenar mahalle kokuyor. Ama aslında manasız bir kin de var. Silivri'nin adî suçlar için bir ceza ve tevkif evi olmasına telmihte bulunuyor. Zamanlar geçer veya geçmez. Yüksek rütbelileriyle bu şekilde hesaplaşmaya kalkan toplumlar için bu hareket ve üslup bir yüz karasıdır. Terbiye dediğimiz sadece köfteye değil, en başta insanoğluna, bilhassa kendisini gazeteci diye takdim edenlere lazımdır.
Siyasal Bilgiler Fakültesi'nin eski kâzib şöhretlerinden biri de bu sefer kendini hukukçu zannetmiş; eski genelkurmay başkanının ifadesinin her şeyi açıkladığını ve asıl önemlisi hakimlerin ve savcıların buna dayanarak darbe zanlılarını mahkum etmeleri (!) gerektiğini buyuruyor. Aklımızı başımıza toplayalım. Bu tip hafiflikler ve manasız üslup acaba Mareşal Petain'i mahkum eden Fransa'da hatta Stalinist terörün ortalığı kasıp kavurduğu 1937 Rusya'sında rastlanabilecek cinsten midir? Bazıları demokrat yaftasıyla ağzına geleni söyleyebiliyor.
İlber Ortaylı/Milliyet
Yorum Yaz