İstanbul, dünyada trafikte en çok dur kalk yapılan kenti!
Dünyanın belli başlı kentleri içinde yıllık araç başına yapılan dur kalk sayısında İstanbul birinci
Geçen hafta ekonomide en çok konuşulan konu nedir diye sorsam, sizin dünyada en önemli gelişme ABD'de bütçenin kitlenmesi, Türkiye'de Ağustos ayı ihracat rakamların düşük gelmesidir dediğinizi duyar gibi oluyorum. Bu gelişmeler üzerine epeyce bir tartışma da yürütüldü. Ben de kendi kendime peki haftanın en ilginç haberi nedir diye bir soru sordum. Verdiğim yanıtı umarım siz de ilginç bulursunuz. Haber şu: Castrol ve TomTom firmaları tarafından yapılan bir çalışmaya göre dünyanın belli başlı kentleri içinde yıllık araç başına yapılan dur kalk sayısında İstanbul birinci. Araştırma sonuçlarına göre dünyanın en çok dur kalk yapılan beş kenti şöyle sıralanıyor:
İstanbul, Türkiye 31,200
Meksiko City, Meksika 30,480
Moskova, Rusya 29,520
Pekin, Çin 28,300
Saint Petersburg, Rusya 28,080
Bu kentlerin ortak özellikleri var:
- Hepsi devlet kapitalizmi uygulayan ülkelerin kentleri,
- Hepsi şeffaflık, açık toplum gibi kavramlarla didişiyor,
- Bu ülkelerde gelir dağılımı bozuk ve,
- Karl Popper tanımlaması ile hukuk üstünlüğü tam oturmamış ülkeler (kentler). Bundan dolayı kurallar ve yasalara uyum zayıf.
Dolayısı ile kentlerin yaşanabilirliği sadece kendine bağlı değil, ülkenin siyasi, iktisadi, hukuki ve kültürel yapısı ile de ilgili. Bu yapı kentlerin dokusunu da belirliyor. Küresel dünyanın geldiği noktada rekabet sadece ülkeler arasında değil, kentler arasında da sürüyor. Bu rekabetin değişkenleri ve sonuçları da ilginç bir şekilde farklı ülkelerin farklı kentleri için belli noktalarda benzeşiyor. Nitekim bu konunun üzerine biraz daha gidince ilginç veriler ve analizler ile karşılaşıyorsunuz.
OECD'nin 2006 yılında yaptığı “Competitive Cities in the Global Economy” (Küresel Ekonomide Rekabetçi Kentler) raporu sanırım bu alanda en derli toplu çalışmalardan birisi. Bu çalışmada yapılan bazı tespitler özetlemek istiyorum.
“…..Kentleşmenin hızlanması büyük kentlerin ya da metropol bölgelerinin ağırlığını arttırdı. Bugün toplam OECD nüfusunun yarıdan fazlası (%53) ağırlıkla kent özelliği taşıyan bölgelerde yaşıyor. OECD içerisinde 1,5 milyon ve üzeri nüfusa sahip 78 metropol bölgesi var. Ulusal ekonomik faaliyetlerin önemli bir bölümü buralarda yoğunlaşıyor. Örneğin, Budapeşte, Seul, Kopenhag, Dublin, Helsinki ve Brüksel'de ulusal GSYH'nın yaklaşık yarısı, Oslo, Auckland, Prag, Londra, Stockholm, Tokyo ve Paris'te ise yaklaşık üçte biri buralarda toplanmış bulunuyor.
OECD metropol bölgelerinin çoğunda kişi başına düşen GSYH (78 metro bölgesinin 66'sında) ve emek verimliliği (78 metro bölgenin 65'inde) ulusal ortalamanın üzerinde olup çoğunun büyüme oranı da genellikle kendi ülkelerinden daha yüksek.
Metropol bölgelerinde çeşitli sektörlerin birlikteliğinin olumlu bir modele sahip olması, aynı zamanda, buralarda Ar-Ge faaliyetlerinin yoğunlaşması ve yenilikçilik kapasitesine de bağlı. (OECD patent başvurularının %81'den fazlası kentsel bölgelerde bulunan başvuru sahipleri tarafından yapılıyor).
Metropol bölgeleri aynı zamanda büyük ve süreklilik gösteren işsizliğin olduğu bölgeler. 78 metropol bölgesinin üçte birindeki işsizlik oranları ulusal ortalamanın üzerinde.
OECD ülkelerinin çoğunda dışlanmışlık ve yoksulluk yalnızca Mexico City gibi daha az gelişmiş metropol bölgelerinde değil, aynı zamanda güçlü bir endüstriyel reorganizasyon geçirmiş olan kentler (Rotterdam, Lille, Detroit) ile bazı en zengin metropol bölgelerinin (Paris, Londra) varoşlarında da kentsel bir fenomen haline gelmiş durumda.
Sosyo-ekonomik eşitsizlikler tüm metropol bölgelerinde yaygın. Metropol bölgelerindeki nüfusun özellikle savunmasız kesimini büyük kentlerde toplanan göçmenler ve çocuklar oluşturuyor. Bunların birçoğu düşük beşeri sermayeye sahip, fakat beşeri sermayeleri yüksek göçmenler bile ekonomik kurumlarla bütünleşmekte güçlük çekiyor.
Yoksulluk ve sosyal dışlanmışlığın önemli maliyetleri, suç oranlarının yüksek olması ve güçlü bir bölgesel kutuplaşma şeklinde kendini gösteriyor. (Kentsel bölgelerde suç oranı ulusal ortalamanın %30 üzerinde olup, araştırma konusu 10 OECD ülkesinde nüfusun %7 ile %25 arasında değişen bir oranı yoksul mahallelerde yaşıyor ve ülke nüfusunun %10'unu temsil ediyor).
OECD ülkelerinin yalnızca yakın zamanlarda, hızlı bir şekilde gelişmekte olan (Seul, İstanbul gibi) metropol bölgelerinde değil, aynı zamanda Paris, Tokyo ve Londra gibi köklü büyük kentlerinde, hatta Helsinki ve Stockholm gibi nüfus yoğunluğu daha az olan bölgelerin bazı kısımlarında da tıkanma maliyetleri (örneğin trafik, hava ve su kirliliği, gürültü ve yeşil alanların bozulması) özellikle önem taşıyor.
Mega kentlerde negatif yoğunlaşma (aglomerasyon) ekonomileri olabiliyor. Daha büyük demek belirli bir eşiğe (yaklaşık 7 milyona) kadar daha zengin demek, yani bu noktadan sonra metropol bölgesinin büyüklüğü ile gelir arasındaki bağıntı negatif hale geliyor. (Seul, Mexico City, İstanbul ve Tokyo)”.
Bu bulgulardan sonra sözlenecek tek söz kalıyor: “kent olmak da, kentli olmak da zor.”
Ömer Faruk Çolak/Dünya
Yorum Yaz