Maslak Proje4L/ Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi sanatseverlerin hizmetinde!
Maslak'taki Elgiz Müzesi, gökdelenler arasında kalan terasını heykel parkına dönüştürdü. 40 yaş altındaki heykelcileri görünür kılan sergiye katılan yedi sanatçıya çalışmalarını ve heykelin durumunu sorduk
Proje4L/ Elgiz Çağdaş Sanat Müzesi Teras Sergileri adı altında başlattığı ve çoğunluğu akademik üyelerden oluşan danışma kurulunun seçimi sonucu müzenin çatısında yer alacak sergi dizisinin ilki 25 Eylül'e kadar sürecek olan 40 yaş altı heykeltıraşlar. Sergi, Türkiye 'de heykel sanatının görünürlüğü açısından önemli. Aynı zamanda 1500 metrekarelik bu alandaki 23 heykel, Maslak'ın sadece bulutlarla değil birbirleriyle de yükseklik yarışı yapan gökdelenleri ile enteresan bir tezat oluşturuyor. New York'taki Metropolitan Müzesi'nin her sene başka bir sanatçının mekâna özel çalışması ile meşhur çatısını uzaktaki gökdelenlerden ayıran geniş yeşil bir alan yok burada. Hatta yeşil renginden eser yok desem yalan olmaz. Heykelleri sergilenen sanatçılardan yedisine eserlerini veTürkiye sanat dünyasında heykelin konumu hakkındaki düşüncelerini sordum.
Hakan Bakır (İzmit, 1984)
3 yıl önce Mimar Sinan'ı birincilikle bitiren, halen yüksek lisans eğitimine devam eden Bakır, ‘Müren' adlı heykeliyle geçicilik ve dönüşüm kavramlarına değiniyor. “Ölümün ardından vücudun çürüyüp deforme olması ve zamanla yok olmasına ve ortada hiçbir şeyin kalmamasına bir gönderme” olan çalışma izleyiciye Maslak gibi iş dünyasının merkezinde hayatın geçiciliğini hatırlatıyor. Türkiye 'de heykelin tehlikede olduğunu düşünen Bakır, “Heykellerin kaldırıldığı bir ülkede heykelin yeri pek de iç açıcı değil” diyor.
Sesil Beatris Kalaycıyan ( İstanbul , 1980)
“Türkiye 'de çevre (peyzaj) ve heykel arasında kurulan bağ göz ardı ediliyor. Herhangi bir meydana konulan heykel oraya yabancı kalıyor” diyen Kalaycıyan, ‘Kokoş'un Kabare Şovu' adlı çalışmasıyla katılıyor. Heykel, cinsel kimliklerinin belirleyici yanı olan bedenlerinin belden aşağısını, bir portre aracılığıyla belirlenen bir kimliğe ihtiyaç duymadan sergiliyor.
Mehmet Ayanoğlu ( İstanbul , 1972)
“Heykele evlerde yer bulmak, galeride veya sanatçının atölyesinde depolamak zordur” diyen Ayanoğlu, sergiye New York'ta, New York'un hızlı ve sürekli mücadele gerektiren hayatından esinlenerek ürettiği heykeli ‘Çökmüş' ile katılıyor. Esin kaynağı itibariyle serginin konumuna birebir oturan bu alüminyum figür, gökdelenler arasında ezilmiş, robotlar gibi yaşayan, yavaşça doğaya ters düşen zavallılar gibi kıvranan, işyerlerinin ve kapitalizmin ortasında sıkışıp kalan insanları tasvir ediyor.
Baran Çağınlı ( İstanbul , 1990)
Serginin en genç heykeltıraşı Çağınlı, ‘Arkaik Fragmanlar' adlı heykelinde Sibirya coğrafyasında kutsal kabul edilen sedir ağacından yapılmış demiryolu traversleri kullanıyor. İlk dini yapıların temelinde olan sedir, yüzyıllar sonra sanayi devriminin en büyük gelişim aracı olan tren yollarının temel malzemesi. Çağınlı, teknoloji ve sanayi için işlenmiş olan sedir ağaçlarını, arkaik bir tapınak modeli üzerinden tekrar kurguluyor. “İlkel bir yapı modelinin, son derece gelişmiş böyle bir alanda tezatlık oluşturması ama aynı zamanda kendi içlerinde mimari bir bağın bulunması benim için çok önemli” diyen sanatçı, heykelin Türkiye 'de yeni bir sanat olduğunu ifade ediyor: “Daha bir yüzyıl olmadı ama diğer ülkelerle eşdeğer yapıda sanatçılarımız var. Diğer sanat dalları kadar ilgi görmese de beklenenden daha iyi bir yeri olduğunu düşünüyorum.”
Gülen Eren ( İzmir , 1983)
Resim öğretmeni annesi sayesinde çocukluğunu vitray ve bakır atölyelerinde geçiren Eren sergiye ‘Balkon Sokak Yarısıdır'' adlı heykeliyle katılıyor. Sokaktan, evden, insana ait mekânlardan parçalar taşıyan heykel, çocukların içine girip saklanabileceği bir alan olarak balkon ve sokağı konu ediyor. Türkiye 'de heykelin, toplumsal anlamda anıt mantığından henüz kurtulamadığını belirten Eren, “Geçmişten bugüne heykeller yıkılıyor, toplatılıyor ya da hasara uğratılıyor. Fakat gerçek şu ki; sanat piyasası bu olumsuzluklara rağmen umut etmeye devam ediyor. Bence heykel onarıcıdır; çünkü yaşar, direnir, nettir'' diyor.
Evren Erol ( İstanbul , 1977)
1998 yılında Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi heykel bölümüne girdiği günden beri üreten Evren Erol, sergiye ‘Asimile' adlı ses enstalasyonu heykeliyle katılıyor. Günümüz kenti içinde doğanın asimilasyonunu sorgulayan bu heykel, “Kentsel mekân ve doğayla kurduğumuz duyusal ilişkinin çok katmanlı, öznel, zamansal, performatif doğasını vurguluyor”. Erol, “ Türkiye 'de sanatın görünür kılınması için yapılan değerli girişimlerin yanında, sanatın-sanatçının çokça incitildiği durumlara hâlâ tanık oluyorsak ülkemizin sanat politikaları üzerine durup bir düşünmek gerekiyor. Ülkemizde açık alan heykel uygulamalarına günümüzde müdahale edilmeye devam ediliyorsa, galericiler, koleksiyonerler bir heykel üretiminin alım-satımı konusunda hâlâ tereddütler yaşıyorsa, sanat üretip yaşamını sürdürebilen küçük bir azınlığın yanında yüzlerce sanatçının varolmaya çalıştığı bir ortamda 40 yaş altı düzenlenen ‘Teras Sergileri'ne 43 heykel sanatçısı gibi az bir sayının başvurmuş olmasının da Türkiye sanat piyasasında heykelin yeri hakkında fikir veriyor' diyor.
Serkan Yüksel (Lüleburgaz, 1976)
Çocukluğumun çoğunluğu geniş bir bahçede tek başına oyunlar üreterek ve kendi oyuncaklarını ahşaptan yontarak yapmaya çabalayarak geçiren Yüksel'in heykelinin adı ‘Aşkın Sonuna Dek'. Aşkın içerisindeki soruları gündeme getiren ve sanatçının yaşamımda güncelliğini koruyan heykel için “Leonard Cohen'in ‘Dance Me To The End Of Love' şarkısının yol göstericiliğinde düşündüğüm sorulara aradığım cevapların görsel halidir” diyor Yüksel. Nedir bu sorular dediğimde ise “Aşkın ömrü bir şarkı kadar kısa mıdır? Aşkın evrimi sevgi midir? Kısacık bir dans aşkın sembolü olabilir mi?” diyor. Türkiye sanat piyasasının kendi içine kapanık, yeniliklere ve yeni yüzlere kapalı, genişleyemeyen bir yapısı olduğunu düşünen Yüksel, “Gerçi yeni söylemlere açık, uluslararası arenada sanatçılarını destekleyen, kabuğun dışına çıkmaya çaba sarf eden kurumlar, galeriler ve sanatçılar var. Ama bu sanat piyasasında heykeli bir sanat disiplini olarak ayırıp incelediğimizde gelişimi, alım-satımı,Türkiye sanat piyasasında yer bulması ve ona olan bakış açısı bakımından hep gecikmeli aşama kaydedilğini görüyoruz” diye ekliyor.
Neylan Bağcıoğlu/Radikal
Yorum Yaz