Gayrimenkul Zirvesi sektörün nabzını tuttu!
Gayrimenkul sektörünün ulusal ve uluslararası en önemli oyuncuları, İstanbul’da düzenlenen 12. Gayrimenkul Zirvesi ve ISTANBUL REstate Gayrimenkul Fuarı’nda buluştu
Gayrimenkul sektörü buluştu
Gayrimenkul sektörünün ulusal ve uluslararası en önemli oyuncuları, İstanbul'da düzenlenen 12. Gayrimenkul Zirvesi ve ISTANBUL REstate Gayrimenkul Fuarı'nda buluştu. GYODER tarafından Çevre ve Şehircilik Bakanlığı himayelerinde, DenizBank'ın Zirve Sponsorluğunda 10-11 Mayıs tarihlerinde düzenlenen Zirve ve Fuar, iki gün süre ile gayrimenkulün nabzını tuttu.
Yaşanan önemli gelişmelere paralel olarak bu yıl farklı bir konsept ve özel bir mekanda düzenlenen 12. Gayrimenkul Zirvesi ve ISTANBUL REstate Gayrimenkul Fuarı, “Değişim, Dönüşüm; Devamlılık” teması ile Hasköy İplik Fabrikası'nda gerçekleştirildi. Zirve ve Fuar, iki gün süre ile gayrimenkulün ulusal ve uluslararası buluşma noktası oldu.
“Türkiye'nin Gayrimenkul Platformu” GYODER (Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Derneği) tarafından düzenlenen 12. Gayrimenkul Zirvesi ve ISTANBUL REstate Gayrimenkul Fuarı'nda, gayrimenkul ile ilgili tüm taraflar; kamu – özel sektör, ulusal ve uluslararası önemli isimler bir araya geldi. Zirve ve Fuar, 13 ülkeden 1.224 katılımcıyı ağırladı. Fuar alanında yer alan 64 stantta ise ulusal ve uluslararası firmalar iki gün süre ile projelerini tanıttı.
Gayrimenkul sektörünün öne çıkan konularının, birbirinden önemli konuşmacılar tarafından 7 ayrı oturumda ele alındığı 12. Gayrimenkul Zirvesi ve ISTANBUL REstate Gayrimenkul Fuarı, GYODER Başkanı Işık Gökkaya, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Başkanı Kadir Topbaş ile T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın konuşmalarıyla açıldı.
“YAŞAMDA DÜN, BUGÜN, YARIN: KENTSEL DÖNÜŞÜM”
Zirve'nin Doğan Media International Başkanı Nuri M. ÇOLAKOĞLU'nun yönetiminde gerçekleştirilen ilk oturumunun konusu “Kentsel Dönüşüm” oldu. “Yaşamda Dün, Bugün, Yarın: Kentsel Dönüşüm” başlıklı oturumda; GYODER Başkan Yardımcısı Özlem GÖKÇE, İstanbul Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Prof. Dr. Mehmet Emin BİRPINAR, Kentsel Strateji Kurucu Ortağı ve Şehir Plancısı A. Faruk GÖKSU, Dünya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hakan GÜLDAĞ, Tabanlıoğlu Mimarlık Ortağı Melkan Gürsel TABANLIOĞLU kentsel dönüşümü farklı açılardan ele aldılar. Oturum sonrasında IMSAD Başkanı Hüseyin Bilmaç da, konuk konuşmacı olarak “İnşaat malzemelerinde Türkiye'nin bölgenin en güçlü oyuncusu olduğunu” vurguladı.
“GAYRİMENKUL SEKTÖR RAPORU: 2023 VİZYONU”
12. Gayrimenkul Zirvesi ve ISTANBUL REstate Gayrimenkul Fuarı'nın ilk gününde, GYODER tarafından hazırlanan 100 sayfalık “Gayrimenkul Sektör Raporu: 2023 Vizyonu” sonuçları, GYODER Yönetim Kurulu Üyeleri Neşecan Çekici ve Cansel Turgut Yazıcı, tarafından gerçekleştirilen bir özet sunumla ilk defa kamuoyuyla paylaşılmış oldu.
Oturum başkanlığını İstanbul Bilgi Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyesi Prof. Dr. Deniz Ülke ARIBOĞAN'ın yürüttüğü “Geleceği Yapılandırmak: 2023 Vizyonunda Gayrimenkul Sektörü” başlıklı ikinci oturumda ise rapor sonuçları; GYODER Yönetim Kurulu Üyeleri Neşecan ÇEKİCİ ve Cansel Turgut YAZICI'nın yanı sıra Jones Lang LaSalle Türkiye Genel Müdürü Avi ALKAŞ, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mekansal Planlama Genel Müdürü Mehmet Ali KAHRAMAN ile Boğaziçi Üniversitesi Yapı Kulübü Yönetim Kurulu Başkanı Niyazi Mete SARAÇOĞLU tarafından değerlendirildi.
“DEĞİŞEN YAŞAMLAR, DÖNÜŞEN KENTLER: DÜNYA UYGULAMALARI”
Öncesinde Yapı Endüstri Merkezi Başkanı Doğan Hasol'un konuk konuşmacı olarak yer aldığı, “Değişen Yaşamlar, Dönüşen Kentler: Dünya Uygulamaları” başlıklı ilk günün 3'ncü oturumunu ise GYODER Yönetim Kurulu Üyesi Dr. M. Emre Çamlıbel yönetti. Oturumda, Broadway Maylan Master Planlama ve Kentsel Tasarım Departmanı Direktörü Monika Bik, Barselona Belediye Meclisi Pazarlama ve Uluslararası Ekonomik Reklam Direktörü Jordi Sacristan, SPH Newsletter Başyazarı Andreas Schiller ile Affordable Housing Institute Kurucu Başkanı David Smith, farklı kentsel dönüşüm uygulamalarından örnekler sundu.
12. Gayrimenkul Zirvesi ve ISTANBUL REstate Gayrimenkul Fuarı'nın ilk günü, düzenlenen Gala Resepsiyonu ile sona erdi.
“İSTANBUL FİNANS MERKEZİ”
Zirve ve Fuar'ın ikinci günü ise Sermaye Piyasası Kurulu 2. Başkanı Mehmet Emin Özer'in açılış konuşması ile başladı. “İstanbul Finans Merkezi” başlıklı ikinci günün ilk oturumu ise, İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nazım EKREN başkanlığında gerçekleştirildi. Oturumda; DenizBank Genel Müdürü Hakan ATEŞ, Reidin.com CEO'su Ahmet KAYHAN, Immofinanz AG Gayrimenkul Yatırımları Müdürü Marco KOHLA, TSPAKB Başkanı Attila KÖKSAL, İTİCÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Mali İşler Koordinatörü Prof. Dr. Yusuf TUNA, İstanbul'un Finans Merkezi olma sürecini farklı açılardan değerlendirdiler.
“STK'LAR GAYRİMENKUL SEKTÖRÜNÜ MERCEK ALTINA ALIYOR”
GYODER Başkanı Işık GÖKKAYA yönetiminde gerçekleştirilen “STK'lar Gayrimenkul Sektörünü Mercek Altına Alıyor” başlıklı ikinci günün ikinci oturumunda ise KONUTDER Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Faruk ÇELİK, İNDER Yönetim Kurulu Başkanı A. Nazmi DURBAKAYIM ve TDUB Yönetim Kurulu Başkanı Bekir Yener YILDIRIM, farklı açılardan sektörü değerlendirdiler.
“ULUSLARARASI YATIRIMCILAR NEDEN TÜRKİYE'Yİ TERCİH EDİYOR?”
T.C. Başbakanlık Yatırım ve Destek Ajansı Başkan Yardımcısı Arda Ermut'un konuşmasının ardından başlayan “Uluslararası Yatırımcılar Neden Türkiye'yi Tercih Ediyor?” başlıklı günün üçüncü oturumu ise, ULI Başkanı Haluk SUR yönetiminde gerçekleşti. Birleşik Arap Emirlikleri'nin en büyüklerinden Tharaa Holding Yönetim Kurulu Başkanı Tariq RAMADAN, dünyanın en büyük 50 fonundan biri olan Abraaj Capital'in birinci adamı Faisal KHAN, dev yatırımlarıyla tanınan Mısır'dan Oriental Petrochemicals Company Kurucu Ortağı Karim HELAL, Malezya'nın en büyük GYO'larından Axis Reit CEO'su, sukuk ve İslamic GYO'lar uzmanı Stewart LaBROOY, yabancı gözüyle Türkiye gayrimenkul sektörünü değerlendirdiler.
“GAYRİMENKUL SEKTÖRÜNDE PAZARLAMA VE SATIŞTA NASIL YENİLİKÇİ OLUNUR?”
Zirve, sanatçı Ali POYRAZOĞLU'nun renkli yönetimi ile gerçekleştirilen “Gayrimenkul Sektöründe Pazarlama ve Satışta Nasıl Yenilikçi Olunur?” başlıklı oturumla sona erdi. Prometheus Genel Müdürü Yücel ATIŞ, Euro RSCG CEO'su Levent ERDEN ve TTBOOM Kurucu Ortağı Cüneyt KARAKAYA, Ali Poyrazoğlu'nun ‘güldüren – düşündüren' katkılarıyla, gayrimenkul sektöründeki pazarlama ve satış yöntemlerindeki gelişmeleri ele aldılar.
“KENTSEL DÖNÜŞÜMÜN OTEL SEKTÖRÜNE ETKİSİ”
Zirve'nin ikinci gününde ise PKF işbirliği ile düzenlenen paralel panel ve workshoplarla “Kentsel Dönüşümün Otel Sektörüne Etkisi” ele alındı. PKF Hotel Experts Vienna & Istanbul Managing Direktör'ü Cristian Walter, 12. Gayrimenkul Zirvesi ve ISTANBUL REstate, iki gün boyunca Türkiye gayrimenkul sektörünün ‘merkez üssü' oldu. Zirve ve Fuar, aynı zamanda otel, turizm profesyonellerinin, iş olanaklarını, EMEA Bölgesi'nin stratejik olarak büyüyen pazarını tartışmaları için ideal bir platform oluşturdu” dedi.
12. Gayrimenkul Zirvesi ve ISTANBUL REstate Gayrimenkul Fuarı'na, bu yıl 13 ülkeden 1.224 katılımcı ilgi gösterirken, 64 stantta da ulusal ve uluslararası firmalar projelerini tanıttılar.
Bugün “Teğet bile geçmedi” diyebiliyorsak, sebebi; inşaat sektöründeki büyük başarılardır
12. Gayrimenkul Zirvesi ve ISTANBUL REstate Gayrimenkul Fuarı'nın açılışında GYODER Başkanı Işık Gökkaya, inşaat sektörünün önemine de değinerek “Eğer Türkiye 2023'de ‘dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi' arasında olacaksa; kentsel dönüşüm bu anlamda büyük önem taşımaktadır” dedi. Son KDV düzenlemelerini sağlıksız bulduğunu ve kayıt dışılığı arttıracağını da söyleyen Gökkaya, Afet Yasası ile ilgili de “Siyaset üstü bir yaklaşımla konsey oluşturulmalı” açıklamasında bulundu.
“Bugün ‘teğet bile geçmedi' diyebiliyorsak, sebep inşaat sektöründeki büyük başarılardır” açıklamasında bulunan İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, İstanbul'da her alanda ciddi heyecan ve gelişimin başladığına dikkat çekerek, “Bu sinyalleri doğru kullanabilirsek, doğru hareket edebilirsek çok daha farklı, İstanbul ve Türkiye oluşturabiliriz” şeklinde konuştu. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ise Afet Yasası'nın ana eksenini, “Bu yasa ile vatandaşın, kendi riskli evini kendisinin tespit etmesi ve dönüşümü sağlamasıdır” olarak açıkladı. “Kendisine güvenen bir ülke” olarak mütekabiliyetin kaldırıldığına da değinen Bayraktar, yaşanan gelişmelere paralel olarak Türkiye inşaat sektörünün de olağanüstü büyüyeceğini belirtti.
Kentsel dönüşümün 2023 vizyonuna katkısı büyük
“Değişim, Dönüşüm ve Devamlılık” temasıyla örtüşen Hasköy İplik Fabrikası'nda gerçekleşen Zirve'nin ilk konuşmasını yapan GYODER Başkanı Işık Gökkaya, gayrimenkul sektörünün 2003 yılından itibaren büyük gelişme sergilediğini ifade etti. Gayrimenkul sektöründe konut piyasasının kurumsallaşmaya başladığına ve ticari gayrimenkul sektörünün önem kazandığına dikkat çeken Gökkaya, “Eğer Türkiye 2023'de ‘dünyanın en büyük ilk 10 ekonomisi' arasında olacaksa; kentsel dönüşüm bu anlamda büyük önem taşımaktadır. Şu anda GSMH içindeki payı yüzde 5,8 olan inşaat sektörünün, 2023 yılı itibari ile bu katkı payının yüzde 11 ile 12 seviyelerine kadar artacağı öngörülmektedir” dedi.
Kentsel dönüşümle birlikte; ekonomik ve sosyal açılardan dengeli ve sağlıklı kentler oluşturmanın hedef olması gerektiğini belirten GYODER Başkanı Gökkaya, “Kentleşmesi devam eden ve bu konuda hızlı şekilde planlama yapan ülkelerin, hem ekonomilerinde, hem de enerji alanlarında çok büyük tasarruflar görülmektedir” şeklinde konuştu. Ancak bu süreçte yaşanan belirsizliklerin sağlıksız olduğunu ifade ederek KDV belirsizliğine değinen Gökkaya, pahalı konutlarda vergilerin artacağının duyurulması ve değerlerin net olarak belirtilmemesinin kayıt dışılığı artıracağı uyarısında bulundu.
Siyaset üstü bir yaklaşımla konsey oluşturulmalı
Kentsel dönüşümün yanı sıra afet yasasına da değinen Gökkaya, “Beklenilen İstanbul depremi de göz önüne alındığında, tasarının önemi ortadadır. Bu süreç, yıllar içinde tamamlanabilecek, uzun ve yoğun çalışmalar gerektirecektir. Bu sürecin başlatılmasında gecikilen her günün bedeli, insan hayatı ile ölçümlenebilecek ağır sonuçlar doğurabilecektir. Tüm bu sebeplerden ötürü bu tasarı üzerinden birtakım tartışmalara girilmesi son derece yanlıştır. Siyaset üstü, partiler üstü bir uzlaşma ile yasama süreci bir an önce tamamlanmalı ve tasarı acilen yasalaşmalıdır” çağrısında bulundu. TOKİ döneminde kentsel dönüşüm projelerini başlatan Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın sektör açısından büyük bir şans olduğunu söyleyen Gökkaya, ”Sağlıklı hukuki altyapı tamamlanarak kamu, özel sektör ve STK'lar bir araya gelerek bir konsey oluşturulmalıdır. Bu konsey ile birlikte, oyunun kuralları tekrar gözden geçirilmelidir. Ayrıca, imar hakları ve ruhsat haklarının müktesep hak olarak alınması gerekmektedir. Ve bu hakların her zaman kullanılması gerekmektedir. Bu hem yurt içi hem de yurtdışı yatırımcı için çok önem arz etmektedir” dedi.
2013 yılından itibaren yabancılara yapılan konut satışının 5 milyar dolara ulaşabileceğinin beklendiğini söyleyen Işık Gökkaya, “Yabancıya yapılan konut satışı, cari açığın küçülmesine de katkı sağlayacaktır. Ancak konut kredi stoku halen olması gereken seviyede değildir. 2023 yılında konut kredi stokunun, 233 milyar dolara çıkmasını beklemekteyiz. Bu oran ile şu anda GSYH içindeki payı yüzde 5,8 olan konut kredilerinin 2023 yılında payının yüzde 16,8 olması beklenmektedir” açıklamasında bulundu. Gökkaya konuşmasında ayrıca, GYODER olarak Yatırım Ajansı, İMKB ve SPK ile birlikte Körfez Ülkelere ve Londra'ya Türkiye'nin gayrimenkul sektörünün anlatılması ve potansiyelinin vurgulanması için önemli seyahatler planladıklarını da belirtti.
“Teğet bile geçmedi” diyorsak, sebebi inşaat sektörünün başarıları
GYODER tarafından gerçekleştirilen Gayrimenkul Zirvesi'nin İstanbul'un geçmişten günümüze taşıdığı Hasköy İplik Fabrikası'nda yapılıyor olmasının çok büyük anlam taşıdığına dikkat çeken İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ise Türk inşaat sektörünün başarısına dikkat çekti.
İnşaat sektörünü ekonomi açısından lokomotif olarak nitelendiren İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, “Bütün sanayiyi harekete geçiren, her alanda ciddi mesafeler aldıran, şu anda Türkiye'de ekonomik krizi ciddi anlamda hissetmedi isek, ‘teğet bile geçmedi' diyebiliyorsak, sebep inşaat sektöründeki büyük başarılardır” dedi. TOKİ marifeti inşaat sektöründe çok ciddi anlamda yapılmış olan yatırım ve çalışmaların olduğunu hatırlatan Başkan Topbaş, “Bu anlamda biz de fırsatlar vermeye çalıştık ve ön açtık. Taassup göstermedik. Bu hareketliliğin temelinde bu yatmakta” şeklinde konuştu.
Kentsel dönüşüm ile ilgili değerlendirmelerde bulunan Başkan Topbaş İstanbul'un her alanında ciddi gelişim ve heyecanın başladığına da dikkat çekti. Bu durumu önemli bir hareketliliğin sinyali olarak değerlendiren Topbaş, “Bu sinyalleri doğru kullanabilirsek, doğru hareket edebilirsek çok daha farklı, İstanbul ve Türkiye oluşturabiliriz. Önümüzde, başta deprem olmak üzere dikkate aldığımız kentsel dönüşüm süreci başlatmamız gerekiyor. Burada kentsel dönüşüm demek, ‘alanları yok ederek, yeni binalar dikmek' değil” açıklamasında bulundu. Kentsel dönüşüm ile ilgili Fikirtepe ve Cendere Vadisi örneklerini veren Topbaş, “İstiyoruz ki bütün ilçelerde belediye başkanlarıyla birlikte, kenti yeniden ayağa kaldıralım. Gerçek anlamda bir yaşam alanı haline getirelim. Sadece binalar yapmak değil. Oradaki insanların her türlü ihtiyaçlarını karşılayacak bir şehir konseptini ortaya çıkarmak. Burada özellikle inşaat sektörümüze önemli görevler düşmekte” dedi.
Bakan Bayraktar “Türkiye'de artık taşlar yerine oturuyor”
T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar ise değişim ve dönüşümün yaşandığı bir dönemde GYODER'in önemli bir Zirveye ev sahipliği yaptığını hatırlattı. Konuşmasında Türkiye olarak taşların yerine oturduğunu ifade eden Bakan Bayraktar, “Türkiye'de olması gereken hususlar, kendi kaidesi üzerine, kendi mecrasına birer birer oturmaya başlıyor. En son 2B yasasını çıkarttık. Yabancılara gayrimenkul satışı ile ilgili ufak tefek engelleri pürüzleri ortadan kaldırmaya çalıştık. Yine tapu satışlarında uzaktan satışın, tapu dairesinden değil, hatta yurt dışından satışların yapılmasının önünün açmaya çalıştık. Bunları daha dinamik, reel yapı üzerinde gerçekleştirmeye çalışıyoruz. Ne kadar çok şeffaf, açık, dünya ile beraber yaşarsak, o kadar çabuk kalkınırız” şeklinde konuştu.
“İnşaat sektörü en kuvvetli sektörümüzdür”
2008 krizin sebebin yine gayrimenkul olduğunu hatırlatan Bakan Bayraktar, “İnşaat sektörü, bizim en kuvvetli sektörümüzdür. Dünyada sayısal bakımdan en çok iş yapan firmalar Çin'den sonra Türklerdir. Bu avantajımızı mutlaka kullanmamız lazım” açıklamasında bulundu. Türkiye'nin çok büyük bir kalkınma, gelişme, büyüme, ekonomiyi canlandırma hamlesinin arifesinde olduğunu da belirten Bakan Bayraktar, afet riski altındaki alanların dönüşümünün önemine işaret etti. Türkiye'de şu anda kasaba ve şehirlerde olan yaklaşık 20 milyon konutun röntgeninin çekilmesi gerektiğini belirten Bayraktar, “Enerjiyi savurduğu için bu binalara bakmak zorundayız. Bize modern bir binanın sağladığı konforu sağlamadığı için bu binaya bakmak durumundayız” dedi.
Deprem konusunda yapılan analizlere de değinen Bakan Bayraktar, “Bizim yapmış olduğumuz analizlerde; Türkiye'de deprem aksı üzerinde olan 6,5 milyon konutu önümüzdeki 2-5-7-10 senelik 20 senelik bir zaman dilimi içinde mutlaka yenilememiz lazım. Gölcük ve Düzce depremlerini yaşadık. 18 bin insanımızı kaybettik. Türkiye'nin ekonomisi 30 saniyede yüzde 4 küçüldü. Mutlaka el birliği ile beraberce, elimizi başımızı taşın altına koyarak bu yola girmemiz lazım” açıklamasında bulundu. Bu konuda en önemli işin de belediyelere düştüğünü de vurgulayan Bakan Erdoğan Bayraktar, “Biz Bakanlık olarak işi kucaklayarak götüreceğiz. Fakat belediyelerimizle, valiliğimizle, TOKİ ile diğer kuruluşlarla bu işi yürütmek zorundayız. Yasa üzerinde bir iki hususu açıklığa kavuşturmak istiyorum. Yasanın ana ekseni, bu yasayı vatandaşın kendisinin konfirme etmesidir. Bu yasa ile vatandaşın, kendi riskli evini kendisinin tespit etmesi ve dönüşümü sağlamasıdır” dedi
“İnşaat sektörü olağanüstü gelişecek”
Bugün dünyada kentsel dönüşüm probleminin sadece Türkiye'de bulunmadığını, ekonomik bakımdan zorlanan, ekonomik bakımdan büyüme gayreti içinde olan Brezilya, Meksika gibi ülkelerin de kentsel dönüşümde çok zorlandığını belirten Bakan Bayraktar, “Meksika, bizden çok daha kötü durumda. Brezilya'da, çok büyük gettolaşmış bölgeler var. Brezilya, bu işe 520 milyar dolar para ayırdı, yine zorlanıyor. Diğer taraftan Tayland'da, Hindistan'da, Pakistan'da, Mısır'da aynı şekildedir. Ama biz, onlardan iki adım öne geçtik. Biz AB'nin desteği ile İspanya'nın başardığını, hakikaten dünyaya model olan Kore'nin kendi gayreti ile başardığını başarmak zorundayız. O noktadayız. Yasanın kaynak noktasında, bir takım argümanları devreye sokacağız. Afet riski altındaki alanların dönüşümü ile Türkiye, büyük bir kalkınmayı yakalayacak. Biz afet riskinden selden, yangından, depremden, heyelandan binalarımızı kurtarmaya çalışırken, Türkiye'nin gelişmesini, kalkınmasını, büyümesini de tetikleyeceğiz. Burada, inşaat sektörümüz olağanüstü gelişecek” şeklinde konuştu.
“Mütekabiliyeti kaldırdık. Kendimize güvenen ülkeyiz”
Yabancılara mülk satışı ile ilgili yapılan düzenlemeye de değinen Bakan Bayraktar, “Yabancılara mülk satışında ‘mütekabiliyet'i kaldırdık. Ama burada da, stratejik konumu, askeri bölgelerin önemi, tarihi dokunun önemine dikkat ederek, Bakanlar Kurulu'ndan karar almak sureti ile bu işi yürüteceğiz. Yoksa her ülkenin vatandaşı, istediği gibi elini kolunu sallayarak gelip buradan gayrimenkul alamayacak. Ülkemizin menfaatleri doğrultusunda olacaktır. Artık Türkiye güvenilir limandır. Hem komşularımız Körfez ülkeleri olsun, Ortadoğu ülkeleri olsun, Orta Asya ülkeleri olsun hatta Balkanlar olsun, Türkiye'ye yatırım yapmak istemektedirler. Türkiye'den gayrimenkul almak istemektedirler. Biz bunun önünü açmak durumundayız. İspanya, yabancılara gayrimenkul satışından 500 milyar dolar kazandı. Bu korkunç bir rakam. Biz de bunu yapmak durumundayız. Biz de yabancılara mütekabiliyet olmadan satış yapan ülkeler; dünyanın en gelişmiş ülkeleridir, özgüveni en yüksek olan ülkeleridir. Türkiye'nin gelişmesi için, kalkınması için, çocuklarımız refahı için, bilimsel dünya ne yapıyorsa onu yapacağız. Burada gayrimenkul son derece önemlidir. Çünkü insanların servet edinme noktasındaki nihai yatırımları, taşınmaz maldır. O bakımdan taşınmaz malı, bir gergef nasıl dokunursa işlememiz lazım” açıklamasında bulundu.
“Enerjiyi savuran binalardan kurtulmamız lazım”
Türkiye'deki salaş yapı stokunun silinip atılması gerektiğini ifade eden Bayraktar, “Enerjiyi savuran bu binalardan kurtarmamız lazım. Şu anda yapmış olduğumuz 240 milyar dolar ithalatın, 65-70 milyar dolarını enerjiye veriyoruz. Bu enerjinin yüzde 40'ı, binalarda kullanılıyor. Binalarda kullanılan enerjinin yüzde 40'ı da savruluyor. Binalarımız, ısı yalıtımı yönünden yeterince tecrit edilmiş değil. Bu dönüşümü yaparken tabii ki yoğunluk artmamasına dikkat edeceğiz. Bunu da halkımızın bilmesi gerekiyor. Şehrin merkezi bölgelerinde yoğunluk artışı kimse beklemesin. Mümkün olduğu kadar, halkımızın hiçbir kesimini mağdur etmeden bu dönüşümü gerçekleştireceğiz. Bu bakımdan bu toplantı son derece önemlidir. Biz, devlet olarak konuyu artık kolaylaştırarak basitleştireceğiz” şeklinde konuştu.
“YAŞAMDA DÜN, BUGÜN, YARIN: KENTSEL DÖNÜŞÜM”
12. Gayrimenkul Zirvesi ve ISTANBUL REstate Gayrimenkul Fuarı'nın Doğan Media International Başkanı Nuri M. Çolakoğlu'nun yönetiminde gerçekleştirilen ilk oturumunun konusu “Kentsel Dönüşüm” oldu. “Yaşamda Dün, Bugün, Yarın: Kentsel Dönüşüm” başlıklı oturumda; GYODER Başkan Yardımcısı Özlem Gökçe, İstanbul Çevre ve Şehircilik İl Müdürü Prof. Dr. Mehmet Emin Birpınar, Kentsel Strateji Kurucu Ortağı ve Şehir Plancısı A. Faruk Göksu, Dünya Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hakan Güldağ, Tabanlıoğlu Mimarlık Ortağı Melkan Gürsel Tabanlıoğlu kentsel dönüşümü farklı açılardan ele aldı. Oturum sonrasında konuk konuşmacı IMSAD Başkanı Hüseyin Bilmaç da, “İnşaat malzemelerinde Türkiye'nin bölgenin en güçlü oyuncusu olduğunu” vurguladı.
“İstanbul hızla büyüyor, yazlıklar apartmana dönüşüyor”
Konuşmasına 1950'li yıllardaki İstanbul'la ilk tanışmasıyla başlayan Nuri M. Çolakoğlu, “Ben aslen İzmirliyim... 1950'lerin ortasında ortaokulu okumak üzere İstanbul'a geldiğimde, nüfus 1 milyonu birazcık aşkındı. Şimdi tam rakamı kestirmek zor, ama 12-15 milyon arasında bir rakam telaffuz ediliyor. Sayın Başbakanımız, doğuda ve batıda iki tane birer milyonluk şehir daha ekleme vaadinde bulundu İstanbul'a. Bu, İstanbul'un baş döndürücü büyüyüşünün devam edeceğini gösteriyor. Bir yandan kuzeye doğru Boğaz hattında ilerlerken, bir yandan Haliç ekseninde gelişiyor. Öte yandan Asya kıtasında da gelişim ve dönüşüm yaşanıyor. Eskiden yazlık olarak kullanılan bahçe içindeki köşklerin de hızla büyük apartmanlara, aralarından otoyolların geçtiği yerleşimlere dönüştüğünü görüyoruz. Hakikaten çok ciddi bir kentsel dönüşüm yaşıyoruz” dedi.
“Geçmişte gecekondulaşmayı konut politikası haline getirmişiz”
Zirve'nin ana teması “Dönüşüm, Değişim, Devamlılık”a vurgu yapan Özlem Gökçe, “Kentsel dönüşümün tek manası, sadece yıkıp yerine yenisini yapmak değil. Aynı zamanda koruyup, yeni işlev verip, onu yaşamın içine tekrar çekmek de kentsel dönüşümün bir parçası. Aslında kentsel dönüşüm konusunda vatandaşın kafası biraz karışık, bilinmezlerle dolu. Toplumsal bir konsensüs eşiğine henüz gelemediğimizi görüyoruz. Bunun sebepleri olarak, bir uçta vatandaş kendi hak mahrumiyetinin olabileceğini düşünürken, bir uçta da haksız bir rantın olabileceği gibi bir varsayım içerisinde. Bakanlık ve belediyelerden bunun önleneceğiyle ilgili garantiyi aldık diye düşünüyoruz. Aslında kentsel dönüşüm, dünyada var olan bir kavram.
Özellikle de çöküntü bölgeleri, eski sanayi bölgelerinde gerçekleşen, oradaki artık kalmış binaların tekrar dönüştürülmesi, kiminin yeniden yapılması, kiminin de şimdi yaptığımız gibi başka fonksiyonlarla hayatın içine çekilmesi kavramı. Ancak Türkiye'deki şu an üzerinde konuştuğumuz, hem yeni yasa tasarısı kapsamında, hem de kentsel dönüşüm başlığı altında konuştuğumuz konu, biraz daha büyük bir ölçeği kapsıyor. Bunu anlamak için de aslında ‘biz kentlerimize geçmişte neler yaptık?', ‘Neden kentsel dönüşüm bizim için bu kadar kapsamlı ve geniş bir kavram? Onu hatırlamak gerekir. 1950'lerden başlayarak aslında hem tarımdaki modernizasyon, hem de sanayileşmeyle birlikte büyük kentlere çok ciddi anlamda göç oldu. Bu göçü kaldırabilecek nitelikte altyapı yoktu. Ciddi konut politikaları da geliştirilmediği için, bir anlamda çarpık yapılaşma, izinsiz yapılaşma ve gecekondulaşmanın önü açıldı. Tam 14 kez imar affı çıkartmışız. Demek ki biraz da gecekondulaşmayı, ‘konut politikası' haline getirmişiz. Bu kadar uzun süreçlerde kentleri, bu kadar sağlıksız ve kontrolsüz bir şekilde büyüdüğü bir süreçte, yoğun göç silsilesi, 1980'lere kadar çok büyük hızla devam eder. Sonra da bir miktar hızını keserek devam eder” açıklamasında bulundu.
“Kentsel dönüşüm; Türkiye'nin bir anlamda yeniden yapılması”
“Bugün gelinen noktada yaklaşık 18,5 milyonluk konut stokunun yüzde 45'inin, sağlıksız, ruhsatsız ya da imarsız yapılaşma diye bir hesap yapıyoruz ve bu sadece işin konut tarafı” vurgusunu yapan Gökçe, “Konutun dışında, kentsel dönüşüm deyince tabii ki bütün bu konutların sosyal donatı alanlarını, altyapısını, yollarını ve diğer ticari alanlarını da düşündüğünüz zaman Türkiye için kentsel dönüşümü, adeta ‘Türkiye'nin bir anlamda yeniden yapılması' gibi değerlendirmek de mümkün. Kentsel dönüşümle ilgili ‘Cumhuriyet tarihinin en büyük projeleri' tanımları yapılıyor. Ki bu boyutlara ve büyüklüklere baktığımız zaman, bunun hiç de haksız bir tanım olmadığını görüyoruz. Kentsel dönüşümün bir de mali boyutu var. 400 milyar dolarlık bir hesaplama var. Bu 400 milyar dolar bugünden yarına harcanacak bir rakam değil. Ama yeni Yasa tasarısının içerisine, kentsel dönüşümle ilgili birtakım finansal kaynakların da tanımlandığını görüyoruz. ‘2B Yasası yürürlüğe girince elde edilecek gelirlerin yüzde 90'ı', ‘çevre cezalarından elde edilecek gelirlerin yüzde 50'si', ‘İller Bankası'nın karının yüzde 49'u' gibi birtakım tanımlalar yapıldı. Ama bütün bunların ötesinde, doğru ve sağlıklı bir kentsel dönüşüm yapabilmek için, kamunun, özel sektör ve STK'larla işbirliği kaçınılmaz gözüküyor. Dünyadaki tanımlara baktığımızda, aslında kentsel dönüşümün sadece fiziksel, mekansal yenileme, iyileştirme olmadığını, aynı zamanda işin sosyal kültürel ve ekonomik boyutunun da hiç göz ardı edilmemesi gerektiğini görüyoruz.
“Kentsel dönüşüm, ‘uzlaşma' demektir”
“Kentsel Dönüşüm, gayrimenkul geliştirme değildir. Gayrimenkul geliştirme, piyasa güçleriyle olur. Kentsel dönüşüme, devletin desteği gerekir. Toplumsal ve ekonomik boyutlarını içeren bir eylemler bütünüdür” tanımlamasıyla konuşmasına başlayan A. Faruk Göksu, “Kentsel dönüşüme bu pencereden baktığımızda, bizim bugüne kadar kentlerimizin gelinen aşamada büyük bir dönüşümden geçtiğini görüyoruz. Bu dönüşümün adı mekansal değişim. Biz bundan sonra yeniden bir dönüşüm sürecine gireceksek, yeni bir dönüşüm senaryosu çerçevesinde, toplumsal ve ekonomik bileşenleri dikkate alan bir senaryo yazmamız lazım. Bir başka açıdan baktığımızda, kentlerimizde boş alan, arsa kalmadığına göre kentsel dönüşümü, yaşayan alanlarda, yapı yoğunluklu, riskli alanlarda yapacağız. O zaman bana göre kentsel dönüşüm ‘uzlaşma' demektir. Kiminle uzlaşma? Kamuyla, yerel yönetimlerle, orada yaşayanlarla ve sivil toplum örgütleriyle uzlaşma. Bizim temel yaklaşımımız; ‘halka rağmen' değil ‘halkla beraber'di. Kilit kelime uzlaşmadır. Uzlaşma sağlanmadan, günümüzde hiçbir proje değerlendirilemez. Bu çerçeveden baktığımızda yeni bir değişim senaryosuna ihtiyacımız var” dedi.
“Dönüşümde çok yönlü düşünmek ve uzun vadeli plan yapmak önemli”
Türkiye'nin her yerinde büyük bir değişim ve dönüşüm olduğuna dikkat çeken Melkan Gürsel Tabanlıoğlu, “Büyükşehir Belediye Başkanı'nın burada olması çok önemli. Çünkü çok büyük dönüşüm projelerini başlattı. Dönüşümlerde çok yönlü düşünmek, sadece kısa vadeli projeler değil, bunları uzun vadeli programlar şeklinde düşünmek çok daha faydalı oluyor. Biz de zamanla, bu dönüşümlerin parçası olduk. İstanbul suyolları bakımından çok zengin bir şehir olmakla birlikte, bu yolların ne kadar efektif kullanıldığını düşünmek gerekiyor.
Çünkü dünyadaki birçok liman şehri, bunları daha efektif kullanıyorken, İstanbul'da herkese açık çok az alan olduğu için bu alanları çok da fazla kullanamıyoruz. Bu yüzden aslında GalataPort bir şanstı. İstanbul'un 2 büyük aksı var. Bunlardan biri Büyükdere aksı. Büyükdere aksına baktığımızda, Barbaros Bulvarı'nın tamamlanmasıyla etrafında büyük bir değişim olduğunu görüyoruz. Bulvar açıldıktan sonra, büyük yapıların yer aldığı bir aks haline geliyor. Bu bölge çok önemli. Çünkü burada çok büyük sosyal farklılık var. Büyükdere ile arkasındaki Gültepe bölgesi arasında. Burada yapılan binalarda da, bu iki bölgedeki sosyal hassasiyet dönüşümde çok önemli. O yüzden yapılan binaların aynı zamanda Büyükdere'ye bakan arkadaki unsuru da birleştirerek gelmesi çok önemli. Bu binalar sadece tek fonksiyonlu değil, birçok nedenle de kullanılmalı ve insanları bir araya getirmeli diye düşünüyorum. Kentlerin dönüştürülmesinin yanında, mevcut binaların da dönüştürülmesi çok önemli. Binaları yıkmak, onlardan çıkan betonları bir yere atmak yerine, mevcut binaların dönüştürülmesi çok önemli ve burada oluşan sosyal imkanlar da çok önemli. Büyükdere şu an ofislerin yoğun olarak bulunduğu bir bölge haline geldi. Bazı havalarda, İstanbul'un bile görünemeyeceği binaların olduğu bir bölge haline geldi” dedi.
“İstanbul, yanlış imara açma kararları ile bu hale geldi”
Yahya Kemal'in meclis notlarında 1936'da İstanbul'un nüfusunun 900 bin kişi ve bu 900 bin kişinin yaşadığı çevredeki yeşil alan oranının ise yüzde 25.4 olarak yazıldığına dikkat çeken Prof. Dr. Mehmet Emin Binpınar, “Yani İstanbul'un her 4 metrekaresinden 1 metrekaresi yeşil alandı. 1994 yılında geldiğimizde, dönemin İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan zamanında, nüfus 6 milyon yeşil alan oranı da yüzde 1.5'ti. Ağaçlandırma faaliyetleri, hatta yurtdışından ağaç getirmeyle bile bu oranı yüzde 2'ye çıkaramadık. Neden bu hale geldik? Biz İstanbul'u planlarken, sanki Türkiye'de hiç plancı yokmuş gibi Fransa'dan Henri Frost adlı bir şehir plancısını getirdik. Onun da yaptığı ilk iş, dünyanın da büyük ilgi gösterdiği Altın Boynuz Haliç ve etrafını sanayiye açmak oldu. Haliç'e sanayiyi açınca, sanayinin tüm atıkları Haliç'e boşaltıldı. Unkapanı Köprüsü'nden Yenikapı'ya olan hattı açan Henri Frost, 50'ye yakın tarihi yapıyı yok etti ve biz buna göz yumduk. Türkiye'nin en yoğun göç alan şehri olan İstanbul'da 1980'lerde çok zengin bir yaşamı barındıran Küçükçekmece Gölü'nün etrafını yapılaşmaya açtık ve şu an Küçükçekmece Gölü'nün bir damla suyunu kullanamıyoruz. Yani İstanbul'u aslında kendimiz bu hale getirdik” şeklinde konuştu.
“Devlet önce vatandaşı şımartmış, şimdi ‘nasıl terbiye ederim' diye uğraşıyor”
“Türkiye Cumhuriyeti Devleti, yıllar boyunca vatandaşını şımartmış. Şu anda ‘vatandaşı nasıl terbiye ederim?' diye uğraşıyor” vurgusu da yapan Binpınar, “Vatandaş, devlet arazisi üzerine konut yapıyor. Arazi ve tapu ona ait olmasa da devlet, ‘1 dairene, 1 daire verelim' dediğinde, ‘ben 3 daire isterim' diyebiliyor. Türkiye Devleti'nin, bu anlamda Hollanda kadar güçlü olduğunu düşünmüyorum. Vatandaş devletten korkuyor gibi görünüyor. Ama diğer taraftan konutunu yapıyor, oy zamanı ‘oy vermem' diyerek tehdit ediyor. Türkiye'de kentsel dönüşümü, 1999 depreminden sonra konuşamadık. Sadece hiçbir şeye yaramayan bir sürü konuşma yapıldı. Ne zaman ki Van Depremi oldu, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan çok güçlü bir şekilde ‘insanlarımız ölüyor ve her depremden sonra daha fazla para harcıyoruz, bu kentsel dönüşümü yapacağız' dedi. Hemen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı kuruldu ve bakan olarak Türkiye'de 500 bin konut yapmış TOKİ'nin başkanı Erdoğan Bayraktar geldi. Vatandaş, kentsel dönüşüm konusunda ikna edilmeli, konu siyasi malzeme yapılmamalı, kentsel dönüşüm yapmayan belediyeler güç kaybedeceğini bilmeli” dedi.
“Dünyayı önümüzdeki 20 yılda ‘kentleşme' ve ‘orta sınıfın yükselişi' şekillendirecek”
İnşaat sektörünün, ekonominin sürükleyici sektörlerinden biri olduğuna dikkat çeken Hakan Güldağ, “Ama inşaat sektörü, sadece ekonominin değil, siyasetin de lokomotif sektörü. Türkiye'de ne zaman bir büyüme olsa orada inşaat sektörü ile ilgili gelişmeler oluyor. Bu sadece Türkiye ile ilgili bir dinamik değil, dünyadan da kaynaklanan bir dinamik olarak kendini gösteriyor. Coca-Cola'nın başında bir Türk olan Muhtar Kent var ve onlar tüm dünyaya yönelik iş yaptıkları için, tüm trendleri yakından takip ediyorlar. Dünyayı önümüzdeki 20 yılda şekillendirecek 5 trendden 2'si direkt olarak bu konuyla ilgili. Bunlardan biri kentleşme. Dünyada her yıl Türkiye nüfusu kadar insan şehirlere göç ediyor. Bu kentleşme hareketi, gelişmekte olan ülkelerde gerçekleşiyor. İkincisi de orta sınıfın yükselmesi. Tüm dünyada, kentleşmeye bağlı olarak, çok hızlı bir şekilde orta sınıf yükselişi yaşanıyor. Bu da, çok önemli bir dinamik oluşturuyor. Bütün bunlara deprem konusunu da eklediğimizde, kentsel dönüşümün çok önemli bir konu olduğu ortaya çıkıyor. Kalkınma açısından çok önemli bir yere sahip” dedi.
“İnşaat malzemesinde bölgenin en güçlü oyuncusuyuz”
Zirvenin “Değişim, Dönüşüm, Devamlılık” olan temasının, dünya konjonktürü ile örtüşmesi bakımından çok anlamlı ve çok uygun olduğunu belirten konuk konuşmacı İMSAD Başkanı Hüseyin Bilmaç da, “Yaklaşık 4,5 milyar olan dünyamızda, bu döneme kadar dönüşüm sözcüğü bu kadar fazla telaffuz edilmemişti. Ülkemizde bu fikri en çabuk hayata geçiren dönüşüm kelimesinin bu kadar sık kullanılmasını sağlayan sektörlerin başında da inşaat sektörü geliyor. Eğer bugün kentsel dönüşümden, yeşil binalardan, yeşil kalkınma stratejilerinden, geleceğin binalarından konuşuyorsak, beyin fırtınaları yapıyorsak, inşaat sektörünün değişim, dönüşüm ve devamlılığının çok hızlı olması da en önemli etmenlerden bir tanesidir. Türkiye ekonomisi, farklı dinamikleri ile dünyada en hızlı büyüyen ekonomilerden biridir. İnşaat sektörü de Türkiye ekonomisinin can damarıdır” dedi.
Sektör olarak 2011 yılını yüzde 11,2 büyüme oranı ile sektörler arasında ikinci sırada tamamladıklarını belirten Bilmaç, şunları söyledi: “Sektörümüzde çimentoda, seramikte Avrupa'da 1'nci, demir-çelik ve gaz betonda 2'nci konumdayız. Seramik karo, plastik profil ve hazır betonda da Avrupa'da 3'üncü konumdayız. Demir-çelik mamulleri konusunda, dünyada ilk 10 içindeyiz. Artık ülkemiz, inşaat malzemesinde dünyada rekabet edebilir kaliteye ve güce ulaşmış durumda. Çeşitlilik, kalite ve kapasitede bölgemizin en güçlü oyuncusuyuz. Avrupa'da inşaat ve inşaat malzemeleri sektörü neredeyse durma noktasına gelmiş. Ancak özellikle son 5 yıldır, yaklaşık ortalama yüzde 15 büyüme hızı ile inşaat malzemeleri, bütün dünyaya parmak ısıttıracak bir büyüklük sağlamış vaziyette. İnşaat malzemeleri sektörümüzün 2011 yılında yaklaşık 18,2 milyar dolar ihracatı gerçekleşti. Toplam ülke ihracatındaki payı ise yüzde 13 oldu. Ülkemizin inşaat malzemesi ihracatı yapan ülkeler sıralamasında dünyada 7'nci sıraya geldiğini gururla belirtmek istiyorum. İnşaat sektörü olarak son dönemde ekonomimizin bu derece büyümesinde yarattığımız katma değerle sağladığımız istihdam ve gerçekleştirdiğimiz ihracatta büyük bir pay sahibi olmaktan çok gururluyuz. Özellikle inşaat malzemeleri sektörü, dolaylı istihdamda 4,6 milyon kişiye hitap ederek ülkemizin yüzde 20 istihdamını sağlamakta.”
İnşaat malzemelerinde, 2023'te 100 milyarlık hedefler
Sektörün cari açığa olan pozitif etkisinin üzerinde önemle durduklarını vurgulayan Bilmaç, “Türk inşaat sektörünün cari açığa pozitif etkisi yüzde 300 seviyesinde. Ayrıca ithalatın ihracatla kıyaslandığında inşaat malzemesi ihracatımız yüzde 250 artı katma değer getiriyor. Yani istihdama ve cari açığa katkıda bulunan bir sektörüz. Son 5 yılda ortalama yüzde 15 büyüyen inşaat malzemeleri sektörü, 2012 yılında sektördeki hareketliliği de yoğun olarak devam ettirecektir. İnşaat sektörümüz, hükümetimizin de belirtmiş olduğu yüzde 4 ekonomik büyüme oranı çerçevesinde 2012 yılında minimum yüzde 7-8 arasında büyüyecektir. Sektörümüzün ilk 3 aylık gerçekleşmesi ortalama olarak yüzde 4-5 civarında. Bu aslında beklenen bir gelişmeydi. Çünkü geçen yılın son çeyreğinde de bir düşme görülmekteydi. Ama yıl ortalamasının minimum yüzde 7-8 olmasını da bekliyoruz. 2011-2015 yıllarında ortalama yüzde 14,5 oranında büyüme yaşanacağını öngörüyoruz. 2015 yılında inşaat malzemeleri ihracatımız yüzde 12,5 oranı ile yaklaşık 41 milyar dolara ulaşacağını öngörüyoruz. Cumhuriyetimizin 100'üncü yılı olan 2023 yılında 100 milyar dolarlık yurt dışı ihracat geliri, 100 milyar dolarlık iç pazar büyüklüğü ve 100 milyar dolarlık inşaat malzemeleri ihracatı hedefliyoruz. Ancak önümüzdeki dönemde, sektörümüzün sürdürülebilir gelişme için çalışmalarını daha aktif bir şekilde daha da hızlandırması gerekmektedir” şeklinde konuştu.
“GAYRİMENKUL SEKTÖR RAPORU: 2023 VİZYONU”
12. Gayrimenkul Zirvesi ve ISTANBUL REstate Gayrimenkul Fuarı'nın ilk gününde, GYODER tarafından hazırlanan 100 sayfalık “2023 Vizyonunda Gayrimenkul Sektörü” raporu sonuçları, GYODER Yönetim Kurulu Üyeleri Neşecan Çekici ve Cansel Turgut Yazıcı, tarafından gerçekleştirilen bir özet sunumla ilk defa kamuoyuyla paylaşıldı.
Sunumun ardından başkanlığını İstanbul Bilgi Üniversitesi Mütevelli Heyeti Üyesi Prof. Dr. Deniz Ülke ARIBOĞAN'ın yürüttüğü Zirve'nin “Geleceği Yapılandırmak: 2023 Vizyonunda Gayrimenkul Sektörü” başlıklı ikinci oturumunda ise rapor sonuçları; GYODER Yönetim Kurulu Üyeleri Neşecan ÇEKİCİ ve Cansel Turgut YAZICI'nın yanı sıra Jones Lang LaSalle Türkiye Genel Müdürü Avi ALKAŞ, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mekansal Planlama Genel Müdürü Mehmet Ali KAHRAMAN ile Boğaziçi Üniversitesi Yapı Kulübü Yönetim Kurulu Başkanı Niyazi Mete SARAÇOĞLU tarafından değerlendirildi.
Neşecan Çekici ve Cansel Turgut Yazıcı'nın koordineli şekilde gerçekleştirdiği sunumda, “2023 Vizyonunda Gayrimenkul Sektörü” raporu ile 11 yıl sonrası, ya da başka bir deyişle tam 4015 gün veya 525 bin 840 saat sonrası şöyle aktarıldı:
Gayrimenkul Sektör Raporu: 2023 Vizyonu
“2023 Vizyonunda Gayrimenkul Sektörü” raporu 3 farklı senaryoda değerlendirildi. Sektörün geleceğine 360 derecelik bir bakış getiren raporda referans ve potansiyel senaryo açılımları paylaşıldı. İlk bölümde gayrimenkul sektöründe belirleyici olan ekonomik ve sosyal göstergelerin paylaşıldığı raporun ikinci bölümde, Kentleşme-Konut; Perakende, Ofis, Turizm ve Lojistik başlıkları ele alındı. Üçüncü ve son bölümde ise ortak bir çıkarım elde edilerek Türkiye Gayrimenkul Sektörü Vizyonunu ortaya konuldu.
Türkiye büyüyor
Türkiye ekonomisi, 2001-2011 yılları arasındaki iki kriz yılı çıkarılarak ortalama yüzde 6, dahil edildiğinde, yıllık yüzde 4.4 büyüme performansı göstermiştir. Sadece bir kriz yılı dahil edildiğinde ise yüzde 5.4 büyüme performansı gösterdiği görülmektedir. Türkiye ekonomisinin 10 yıllık geçmişi incelendiğinde, yıllık büyümenin ortalamaya uygun olarak yüzde 5 seviyesinde süreceği söylenebilmektedir. Referans senaryoda ise buna bir puan eklenerek yüzde 6 büyüme öngörülmüştür. Hükümetin 2023 yılına ilişkin 2 trilyon dolarlık milli gelir hedefi ise yıllık yüzde 8.3 büyüme hedefini barındırmaktadır. Bu durum potansiyel senaryo olarak adlandırılmaktadır. Her iki senaryonun ortak yönü, ülkedeki ekonomik büyümenin hız kesmeden süreceği ve Türkiye'nin dünyanın sayılı ekonomilerinden biri haline geleceği yönündedir.
2023'te 84 milyon nüfus
Bugün yaklaşık 75 milyon olan Türkiye nüfusunun 2023 yılında 84 milyona çıkması bekleniyor. Bu artışın paralelinde referans senaryoya göre kişi başına düşen gelirin 18 bin 500, potansiyel senaryoya göre ise 24 bin dolar seviyesine ulaşması öngörülüyor.
Yoksul sayısı azalacak
2002'den bugüne gelir grupları dağılımında iyileşme olduğu görülüyor. 2023'e kadar gruplar arası dengeli iyileşme devam edecek. Yoksul sayısı azalacak, orta sınıf genişleyecek. Gelişmiş ülke seviyesine daha da yaklaşan bir Türkiye görülecek. Mutlak nüfus gelişmelerinde temel belirleyici unsur ise demografik göstergelerdir. İkinci aşamada bu verilere şu şekilde yer verilmiştir;
Erkekle kadın nüfusu eşitleniyor
2010 yılında yüzde 1‘ler seviyesinde olan “net nüfus yenileme hızının” 2023 yılında yüzde 0.95'e düşmesi bekleniyor. Sonuç olarak nüfusumuz artmaya devam ediyor; ama nüfus artış hızı azalıyor. Erkek nüfusu kadın nüfusundan az bir miktar daha fazla. Doğum oranları da bunu doğruluyor. Fakat 2023'e gittiğimizde, erkekle kadın nüfusu eşitleniyor. Türkiye'de demografi ve nüfus göstergeleri bölgeler ve iller bazında önemli farklılıklar gösteriyor. Bu durumun gelecekte de devam edeceği görünüyor. 2023 yılına kadar toplam 6 ilimizin mevcut nüfusunun yarım milyon kişinin üzerinde artması bekleniyor. Bu şehirler İstanbul, Kocaeli, Bursa, Ankara, İzmir ve Antalya. Bahsedilen şehirler bugün ülkemizin en önemli metropolleri konumundadır.
Teşvik paketiyle nüfusu azalan bölgeler kesişiyor
Türkiye'nin kuzeydoğu ve orta Anadolu bölgelerinde nüfusta durağanlık veya azalma olduğu tespit edilmektedir. Mutlak nüfus sayısına göre en fazla azalma gösterecek ilin Erzurum olduğunu görülmektedir. Sırasıyla Muş, Yozgat ve Sivas da nüfusu azalmakta olan en yüksek iller. Bunun nedeni araştırıldığında, söz konusu illerdeki iç göçün büyükşehirlere ve yakın Anadolu büyükşehirlerine olduğunu anlaşılmaktadır. Hükümetin yeni açıkladığı teşvik paketi bölge haritaları ile kıyaslandığında, daha yüksek teşvik verilen bölgelerin nüfusu, azalan illerle büyük ölçüde kesişmektedir. Toplam bilançoya bakıldığında ise 45 ilin nüfusunun arttığı, 17 ilin nüfusunun aynı kaldığını, 19 ilde ise azalma olduğunu görülmektedir. Önümüzdeki 10 yıl büyük şehirlere ve farklı Anadolu şehirlerine iç göçün devam etmesi beklenmektedir.
Kentleşme oranı yüzde 84 olacak
İller ve nüfus dağılımlarındaki farklılık kentleşme kavramında da çeşitli değişiklikler yaratmaktadır. Türkiye'nin kentleşme oranı büyümeye devam ediyor. Bugün itibariyle kentleşme oranı yüzde 76.8'e ulaşmış durumda. 2023 yılında bunun yüzde 84 olacağı tahmin edilmektedir. Önümüzdeki 10 yıl kentleşme için iyi bir fırsat dönemi. Ancak göç kaynaklı konut talebinin 2025'ten itibaren doyacağı öngörülmektedir.
Konutlar küçülüyor
Tüm bu gelişmelerle birlikte kentli hane halkının yapısında da son 10 yıldır önemli değişimler yaşanmaktadır. Kentli hane halkı büyüklüğü azalmakta ve tek çocuklu hane halkı ile çocuksuz çiftlerin payı artmaktadır. Öğrenci, yaşlı gibi aile olmayan ama bir arada yaşayanların sayısının artacağı öngörülmektedir. Gelişmeler, kuşkusuz hem perakende hem de konut sektörünün dinamiklerini etkileyecektir. Türkiye'de kentleşme ile birlikte tek çocuklu hanelerin ve çocuksuz çiftlerin payı artıyor. Konut erişiminde daha fazla ve küçük sayıda konut ihtiyacına işaret eden bu durumda ilk evlenme yaşı her iki cinste de büyümektedir. Ekonomik ve sosyal gelişmenin önemli bir belirleyicisi olan çalışma çağı nüfusunun 2023 yılına kadar artmaya devam edeceği görülüyor. Bugün eğitimi 6,5 yıl olan çalışma çağı nüfusunun, eğitim yılının önümüzdeki yıllarda artması beklenmektedir.
Boşanma oranları da yükseliyor
Kentleşme ile birlikte nüfus yapısında temel farklılıklar oluşmaktadır. Kentlerde istihdam artarken, tarımsal kesimlerde düşüş sürmektedir. Kadınların ve evli kadınların çalışma hayatındaki katılımı artmaktadır. Ülke genelinde ilk evlenme yaşı yükselirken boşanma oranlarında da artış görülmektedir. Boşanmış her on kadından dördü artık çalışmaktadır.
Sosyal yaşamda değişimler
Ülke halkında yaşanan dönüşüm somut hale getirilerek, nüfusa bakıldığında;
?Doğum yaşı yükseliyor.
?30-34 yaş arasındaki dilimde doğum yapanların sayısı artıyor.
?Bilişim ve iletişim avantajları ile esnek yaşama geçiş görülüyor.
?Ortalama eğitim seviyesinde artıyor.
?2010'da 65 yaş üstü 5 milyonken, 2023'te 65 yaş üstü 7.82 milyon kişi oluyor.
?Hane yaşamlarının benzeşmesi, klasik statü ve segment ayrımları azalıyor.
?Özgürlükçü ve kişiselleştirilmiş ürün talepleri geliyor.
Sonuç olarak, Türkiye global dünyanın gereklilikleri doğrultusunda modernleşmekte ve değişmektedir. Türkiye yaş ortalamasından hane yapılarına, evlilik alışkanlıklarından eğitime, giderek gelişmiş ülkeler karakterine bürünmektedir. Tüm bunlar başta konut olmak üzere, gayrimenkul sektörünün segmentlerinde ve biçiminde değişiklik ve uyum ihtiyacına işaret etmektedir.
Yeşil yapılar
Gayrimenkul sektörünü etkileyen değişimler, çevresel faktörlerle birleşerek yeni bir boyut kazanmaktadır. Toplum iklim değişikliğine her geçen gün daha duyarlı hale gelmekte, doğa ile dost yapılar ve teknolojiler gün geçtikçe artmaktadır. Türk gayrimenkul endüstrisi son yıllarda Enver, Kyoto Protokolü, Leed Sertifikası, Karbon Salınımı, Karbon ayak izi gibi çevreye duyarlı pek çok yeni kavram ile tanışmıştır. Bu pozitif gelişimin devam etmesi beklenmektedir.
Türkiye de yeni bir uygulama alanı olan “yeşil yapılarda” milli sertifikalandırma sisteminin hayata geçirilmesi ihtiyacı bulunmaktadır. Yeşil binaların vergi, harç gibi indirim ve istisnalar ile hem inşaat aşamasında, hem satın alınırken teşvik edilmesi, hem de konut kredileri kullanımında farklı avantajlar sağlanması önemlidir.
Tüm bu veriler sektörün somut gelişim beklentileri ile birleştirildiğinde; öngörülerde öncelik endüstrinin lokomotifi olan konut sektöründedir. Bu konuda güncel dört başlık aşağıdaki gibi ele alınmıştır.
?Kentleşme yaklaşımları
?Kentsel dönüşüm
?2B arazilerinin değerlendirilmesi
?Geleceğin şehirleri
Ülke genelinde kentleşme sürecinin kamusal bir strateji ile yönlendirilmesinin merkezinde 2010 yılında uygulamaya konulmuş “Kentsel Geliştirme Stratejisi ve Eylem Planı” yani KENTGES yer almaktadır. KENTGES Türkiye'nin mekansal planlama, yerleşme ve yapılaşma konularında 2023 yılını hedef alan bir kentleşme ve imar vizyonunu ortaya koymaktadır.
Sektörün ilerleyişini şekillendiren bir diğer adım ise bugünlerde fazlasıyla ön planda olan kentsel dönüşüm kavramı. Marmara depremi sonrası gündeme gelmiş, ancak yöresel uygulama seviyesinde kalmış “dönüşüm çalışmaları” bugün önemli bir eşikte bulunmaktadır.
Yasalaşma aşamasında olan “Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun Taslağı” gayrimenkul endüstrisinde önemli yenilikler yaratacak bir adımdır. Yasalarla güvence altına alınmış, uygulanabilir bir kentsel dönüşüm stratejisi sektörün farklı bir boyuta geçmesini sağlayacaktır.
Orman vasfını yitirmiş arazilerin değerlendirilmesine ilişkin, yeni onaylanan düzenlemede kentsel dönüşüm uygulamaları gibi gayrimenkul sektöründeki gelişme ve öngörüleri daha sınırlı olmak kaydıyla etkileyecek bir gelişmedir.
Sıcak bir konu olan 2B alanları, illerdeki 2B büyüklüğüne indirgendiğinde, lider il Antalya olup, 455 kilometrekare 2B alanı büyüklüğüne sahiptir. 2B arazileri toplamda 4830 kilometrekaredir. Bu büyüklük Trabzon ilimiz kadar bir alandır. Türkiye'nin, 783 bin kilometrekare olduğu bilgisinden hareketle, 2B alanlarının toplamı Türkiye'nin binde 6'sını oluşturmaktadır.
Geleceğin şehirleri nasıl olacak?
Geleceğin şehirlerini iki temel unsurun şekillendireceğini öngörülmektedir. Buna göre şehirler teknolojik olanakları daha farklı kullanarak akıllı şehirler haline gelecektir. Bunu gerçekleştirirken çevre ile uyum ve sürdürülebilirlik, geleceği yaratacak tamamlayıcı özellik olacaktır.
Somut senaryolar
Türkiye'de konut stokuna ilişkin güncel resmi bir veri bulunmamaktadır. Son resmi veriler de 2000 yılına aittir. Bu nedenle 2011 yılında kentsel alanlarda yer alan bağımsız bölüm bazında konut sayısı, çeşitli varsayım teknikleri ile 18 milyon adet olarak öngörülmüştür.
Türkiye'de konut ihtiyacı öngörüleri 2023 yılına kadar, üç ayrı ihtiyaç ekseninde hesaplanmaktadır. Bunlar;
1. Nüfus artışı ve kentleşme kaynaklı konut ihtiyacı,
2. Kentsel dönüşüm kaynaklı konut ihtiyacı,
3. Yenileme kaynaklı konut ihtiyacı.
Kentli nüfus artışı
2011 yılında kentli nüfus 57 milyonken, 2023 yılında bu sayının 71 milyona yükseleceği öngörülmektedir. Aynı dönemde kentli hane halkı ölçeği ise küçülmeye devam edecektir.
4,12 olan hane sayısı 3,79 a inerken, bunlara bağlı kentli hane halkı sayısı ise tahmini 14 milyon iken 19 milyona ulaşacaktır. Sonuç olarak 2011-2023 yılları arasında hane halkı sayısının 4.84 milyon artması beklenmektedir. Bu artışlar doğal olarak konut talebini beraberinde getirecektir.
Bugün kentsel alanlarda 5.3 milyon dairenin kentsel dönüşümü söz konusu. Ekonomik yapılabilirlik dikkate alındığında bu konut stokunun dönüşümü zamana yayılacaktır. Bu değişimin ilk 2 yılda yavaş başlayacağı, sonrada hızlanacağı öngörülmektedir.
2023 yılına kadar her yıl için 50 bin yenileme kaynaklı konut ihtiyacı doğacağı düşünülmektedir. Toplamda takribi on sene bazında 600 bin konutun yenileme ihtiyacı bulunmaktadır. Türkiye'de üç ayrı kaynaktan doğan toplam konut ihtiyacı 2023 yılına kadar olan dönem için 7.56 milyon adettir. Bu ihtiyacın 4 milyonu nüfus artışlı ve kentleşme kaynaklı, 2 milyonu ise kentsel dönüşümden gelmektedir.
Bu rakamların nereden geldiğine bakıldığında, 5.3 kentsel dönüşüm kaynaklı konut ihtiyacı tahminine paralel olarak, bu rakamın yaklaşık yüzde 40'ının 2023'e kadar olan süreçte gerçekleşebileceği öngörülmektedir. Bu da 2 milyon 120 bin konut anlamına gelmektedir. Nüfus artışı ve kentleşme kaynaklı olan 4 milyon ihtiyaç ise nüfusun gelişme ve kentleşmesine bağlı olarak ortaya çıkan ihtiyaçtır. Yılda yaklaşık 50 bin konutun da yenileme kaynaklı ihtiyaç olarak ortaya çıkacağı öngörülüyor. Toplamda ise 7,5 milyon konut elde ediliyor.
Konut sektöründeki talebin rakamsal olarak belirlenmesi yeterli olmamakla beraber, sayıları belirlerken talebi etkileyen faktörleri de tespit etmek gerekmektedir. Türkiye'de konut talebini etkileyen dört önemli unsur bulunmaktadır. Tamamen birbiriyle entegre olan bu unsurlar;
?Mülkiyet durumu,
?Hane halkı değişimleri,
?Yatırım eğilimleri,
?Gelir artışıdır.
Önümüzdeki süreçte öncelikle orta gelir grubundaki kiracı konumunda olanlardan konut talebi oluşacaktır. Erişilebilir konut fiyatları oluşması halinde, düşük gelir grubu içinden de talep gelecektir. Üst gelir grubu da konut talebi potansiyeline sahip olmaya devam edecektir.
Hane sayısındaki değişim konut talebini hızlandırmaktadır. Bu eğilimin önümüzdeki yıllarda da devam edeceği öngörülmektedir. Konut metrekarelerinin ortalama büyüklükleri; 2003 de 161,8 m2 iken, 2006 da bu rakam 155,6 m2 ye, 2011 de ise 144,8 m2 ye düşmüştür. Bu değişimde konut fiyatlarının artmasının ve farklılaşan yaşam koşullarının etkili olduğu düşünülmektedir.
Yatırımlarda gayrimenkul ikinci sırada
Gayrimenkul özelinde konut, Türkiye'de halen önemli bir yatırım aracı olmayı sürdürüyor. Yatırımlarda altın birinci, gayrimenkul ise ikinci sırada yer almaktadır. Hane halklarının bu kuvvetli yatırım eğiliminin önümüzdeki orta-uzun vadede de önemini koruyacağı öngörülüyor. Özellikle diğer yatırım araçlarındaki belirsizlikler ve dalgalanmalar nedeniyle konutun bir yatırım aracı olarak talep görmeye devam edeceği düşünülmektedir.
Yatırım araçları içinde halen en büyük tercihi açık ara yüzde 41 gibi bir oranla altın almaktadır. Gayrimenkul yüzde 19, mevduat ise yüzde 17 ile bunu takip etmektedir.
Ekonomik büyüme senaryolarına bağlı olarak kişi başı gelirdeki artışlar konut talebini arttırmaya yönelik gelir, tasarruf ve kredi kullanma geri ödeme kapasitesini de genişletecektir. Gelir dağılımında yaşanacak iyileşme beklentilerine bağlı olarak özellikle orta gelir grubunun konut talebinin daha hızlı artacağı öngörülmektedir.
Nasıl bir konut?
Önümüzdeki dönemde ortaya çıkacak ekonomik, sosyal ve demografik gelişmeler ilişkin başlıklar ele alındığında;
?Orta segmentten gelen talebin artışı ile ilk tercih edilecek konutların 110-125 m2 arası 2+1 ve 3+1 konutlar olacağı görülmektedir.
?İkinci tercih ise 75-90 m2 arası 1+1 ve 2+1 konutlar için olacağı öngörülmektedir.
?Fiyat aralığı olarak en yüksek talep 75-125 bin dolar arasındaki evlere olacak. Gelirler arttıkça yıllar itibariyle bu aralık 125-175 bin dolara kadar yükselecektir.
?Konut satın alınırken en önemli kaynak banka kredisi olmaya devam edecektir. Bu nedenle konut kredi faizleri ile kredi ödeme tutarları talep edilen konutun fiyatı ve büyüklüğünde belirleyici olmaya devam edecektir.
?Birinci el-yeni konutlar daha çok tercih edilecektir.
?Şehir merkezleri ile şehir kenarlarında güvenlikli sitelerde daire talebi ilk sırada yer alacaktır.
?En çok talep edilen donatılar sırası ile yeşil alan, güvenlik, çocuk parkı ve market. Diğer sosyal donatılar ikincil ihtiyaçlar olacaktır.
?Konut alınırken yeri, fiyatı, deprem yönetmeliğine uygun olması, evin büyüklüğü, sıfır konut ve toplu taşımaya yakınlık önem sırası ile gözetilecek kriterler olacaktır.
?Markalı konutlara, rezidans tipi konutlara, şehir dışında site içi ve müstakil konutlara talep daha sınırlı ve orta-üst ve üst gelir grubundan kaynaklanacağı sonucuna varılmaktadır.
Mütekabiliyet yasası
Mütekabiliyet düzenlemesi ile yabancıların konut alımına getirilecek kolaylığa bağlı olarak yabancı konut talebinin ve satın almalarının artması öngörülmektedir. Düzenlemeyle birlikte ilave 40'ın üstünde ülke vatandaşlarının karşılıklılık ilkesi aranmaksızın Türkiye'den konut satın alabilmesi beklenmektedir. Özelikle Türki Cumhuriyetleri, Azerbaycan, Irak, İran, S.Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri ve diğer Körfez ülkelerinden önemli bir talep gelmesi beklenmektedir.
Yabancı konut talebinin ekrandaki alanlarda oluşması öngörülmektedir. Bunlar;
?Bireysel yatırım ve/veya kullanım talebinden,
?2)Yatırım amaçlı Fonların talebinden,
?Proje geliştirme amaçlı girişimlerden.
Yabancılara satılan arazi Türkiye'nin on binde biri
Mevcut düzenlemeler kapsamında yabancı gerçek kişilerin Türkiye'den satın aldığı konutların ortalama büyüklüğü 129 metrekare ve toplam büyüklük 89 kilometrekaredir. Bu büyüklük somut bilgilerle kıyaslandığında; Afyon Eber Gölü 104 kilometrekare, İstanbul'un Tuzla ilçesi 123 kilometrekaredir. Özetle her ikisi de bu büyüklükten fazladır. Yani Türkiye'nin 783 bin kilometrekare olduğu düşünülürse yabancıların satın aldığı mülk, Türkiye'nin toplam büyüklüğünün sadece on binde biri kadardır. Bugüne kadar yabancıların aldığı konutların daha çok kıyı illerinde Avrupalılar tarafından birincil veya ikincil konut olarak kullanılmak üzere satın alındığı görülmektedir.
Sektörün 2023 yolculuğunda önemli kilometre taşlarından biri de konut finansman sistemindeki gelişme ve öngörüler...
Konut kredileri
Mevcut duruma bakıldığında, konut kredilerinin 2011 sonu itibarı ile 75 milyon TL'ye vardığını görülmektedir. Kullanılan kredi sayısı 1,36 milyon, kredi büyüklüğü 54 bin TL seviyelerindedir. Konut kredilerinin toplam kredilerdeki payı ise yüzde 10.92'dir. Konut kredilerinde kullanım süresi halen ortalama 84 ayla sınırlı olmakla beraber, konut kredilerinin milli gelirdeki payı halen gelişmiş ülkelerin çok altında; yüzde 5,76 seviyelerindedir.
Konut kredi öngörüleri
Ev fiyatlarında artış, ikincil piyasa gelişimi ve gayrı safi yurtiçi hasıladan konut kredilerinin alacağı payın da büyüyeceği düşüncesi ile ortalama kullanılacak konut kredisi büyüklüğünün 30 bin dolardan 2023 yılında 50 bin dolara çıkması beklenmektedir.
Bu aşamadaki kritik nokta: Konut kredisi faiz oranlarıdır. Bu oranlar konut kredisi kullanımında en önemli belirleyici olmaya devam edecektir. Faiz oranlarının yüksek kalması durumunda arzu edilen ekonomik büyümenin gerçekleşmesi söz konusu değildir. Türk halkının tasarruf etme kapasitesi bugün %12 seviyelerinde. Önümüzde dönemde ancak yüzde 15'lere çıkabilecektir. Türk halkı önümüzdeki on yıl tüketime meyilli olacaktır. Tasarruf mantığı içinde kira ödemesi de hesaplandığında, önümüzdeki dönemde hane halkı konut sahibi olabildikçe kira ödemeyecektir. Bu durumda her gelir gurubu için kira bedeli kadar tasarruf bedelinin de artmasını beklemek yanlış olmayacaktır.
İleriki yıllarda kredi kullanım kapasitesinde net bir ilerleyiş beklenmektedir. Ülkenin milli gelirinin artması, faizlerin düşmesi ve gelir dağılımının alt düzeye daha yaygın hale gelmesi beklentisiyle bugün maaşı ile kredi kullanamayan kesimin bile konut kredisi kullanabilir hale gelmesini beklenmektedir.
Ancak maalesef ikincil piyasaların kurulamamış olması nedeniyle Türkiye'de konut kredisi risk altında bulunmaktadır.
Bu konu ile ilgili finansal piyasa ve enstrümanlar geliştirilmediği sürece, kredi hacminin beklenen düzeyde gelişememe riski bulunmaktadır.
Birinci bölümde irdelenen sosyal, ekonomik gelişmeler ve beklenen gelişmelerin konut sektörü kırılımında talep üzerine etkisini analiz edildi. Buna göre;
Konut sektörünün lokomotifi özel sektör
2011 yılı itibari ile alınan yapı ruhsatlarının dağılımına göre sektördeki arzın lokomotifi yüzde 90'a varan rakamlarla özel sektördür. Türkiye'de 2023 yılına kadar olan dönemde ortaya çıkacak konut ihtiyacının ve konut talebinin önemli bir bölümünü yine özel sektör ile karşılayacaktır.
Yapılması gerekenler
2023'e giden yolda, arz sürecinde 5 önemli konuda iyileştirmeye ve düzenlemeye ihtiyaç duyulmaktadır. Bunlar;
?Düşük bedelli arsa üretimi gerekliliği,
?Maliyetler içinde yer alan vergi, harç, gibi kamu yüklerinin azaltılması,
?TOKİ'nin uzun vadeli kaynak da yaratan bir fon kurumuna dönüşmesi,
?Doğru denetimle kayıt dışı, kayıt içi haksız rekabetin önlenmesi,
?Konut ve yapılar için getirilen zorunlu standartların uygulaması konusunda vergi ve benzeri enstrümanlarla özendirici hale gelinmesi.
AVM pazarı
2011 yılında 266.6 milyar dolar olan perakende harcama büyüklüğü; 2023 yılında referans senaryosuna göre 450 milyar dolara, kişi başı perakende harcamaları ise sırası ile 5 bin 355 dolar ve 6 bin 878 dolara ulaşmaktadır. Sonuç; perakende harcamalarda mutlak büyüklükler yükselmektedir.
Türkiye'de bugün artık modern perakendenin kalbini alışveriş merkezleri oluşturmaktadır. Yanlış anlaşılmaya ve karışıklığa sebep vermemek için burada açılacak bir parantez açmak gerekiyor. Çalışmada alışveriş merkezi olarak alınan noktalar 5 bin metrekare altında olsa bile AVM olarak kabul edilen lokasyonlardır. Bu kapsamda sayılan bugün ülke genelinde 279 modern perakende noktası bulunmaktadır. 2002'de 66 olan bu sayı 10 yıl olmadan 3 katı büyüklüğe ulaşmış durumdadır.
Sunumun içinde aktarılan, ekonomik ve sosyal göstergeler paralelinde milli gelirle ilişkili olarak modern perakende harcamalarının da artacağını düşünülmektedir. Bu nedenle organize perakende pazarı düzenli bir şekilde büyümeyi sürdürecektir. Fakat zaman içinde sektörün beklenti ve eğilimlerinde farklılıklar olacaktır.
AVM yatırımlarında geri dönüş 9-12 yıl ortalamasına uzamaktadır. Yeni dönemde büyük ölçekli ve karma projeler içinde orta ölçekli AVM'lerin inşa edilmesi söz konusu olacaktır. AVM'lerdeki rekabet konsept yatırımları da öne çıkacaktır.Anadolu şehirlerinde AVM'ler sosyalleşme ihtiyacını karşılamaya, önemini artırmaya devam edecektir. Buna göre;
İstanbul, Türkiye'nin yakın ve komşu ülkeleri için bölgesel bir alışveriş merkezine dönüşecek.
?Yeni Türk markalarına ihtiyaç duyulacak,
?Perakende markaların mağaza metrekare büyüklükleri artacak,
?Sektörün geleceğinde cadde mağazacılığına talep devam edecek ancak kaynaklar nedeniyle gelişmesi sınırlı kalacak,
?Ülkedeki yabancıların AVM yatırımları sürecek,
?Yeni çağın modern ticareti elektronik alışveriş, yeni kuşağın tüketim eğilimleri ve tercihleri, pazarı şekillendiren önemli faktörlerden olacaktır.
İş ve Ofis piyasası
Türkiye'de ofis piyasası İstanbul anlamına gelmektedir. İstanbul'da ofis piyasasında 2011 yılsonu itibari ile ofis arzı 3.4 milyon metrekareye ulaşmıştır. Son on yıl içinde ofis arzında önemli bir büyüme yaşanmıştır. İstanbul ofis piyasası 8 senede yüzde 128 artmış ve 1.5 milyondan 3.4 milyon metrekareye büyümüştür. Son dört yılda merkezi iş alanlarında A sınıf ofislerde kiralar yüzde 81 oranında, B sınıf ofislerde ise yüzde 38 oranında artmıştır. A ve B sınıfı ofisleri kapsayan bu stok özellikle ekranda gördüğünüz üç ana bölgede toplulaşmaktadır.
Kuşkusuz ofis piyasasını şekillendirecek birçok önemli faktör bulunmaktadır. En önemli iki temel faktör “ekonomik büyüme” ve “İstanbul Finans Merkezi projesi”dir. Ayrıca İstanbul'un bölgesel bir alışveriş ve kültür merkezine dönüşmeye başlaması ile orta ölçekli hizmet binası ihtiyacının doğması, Türk şirketlerinin ölçeklerinde büyüme potansiyeli, bu temel dinamiklere ve eğilimlere bağlı olarak İstanbul'da önümüzdeki süreçte ofis ihtiyacı ve talebinin hem yerli ve hem de yabancı kurumlardan her ölçekte artarak süreceği öngörülmektedir.
Şehirlerimizin uluslararası konumu
İstanbul, 500 büyük uluslararası kuruluşun henüz ofisinin olmadığı ve önümüzdeki 5 sene içinde ofis açmak istemedikleri bir şehir konumundadır. İstanbul, bu araştırmadaki ilk 30 şehir listesinde henüz yer almamaktadır. Öte yandan Avrupa şehirleri arasında yapılan en iyi iş şehri sıralamasında İstanbul 2010 senesinde 26. sıradayken, 2011 senesinde yükselerek 22. sıraya oturmuştur. İstanbul'da bugün inşaatı süren 1 milyon metrekareden fazla ofis alanı mevcut, ancak bu alanların tamamlanmasından sonra bile alınacak çok yol bulunmaktadır. Uluslararası örnekler bu durumu açıkça ortaya koymaktadır. İstanbul'da ofis yatırımları Londra, Frankfurt, Zürih, Hong Kong, Singapur gibi doymuş pazarların üzerinde getiri sunmaya devam edecektir. Ancak Moskova, Dubai gibi ofis pazarları ise İstanbul'un yakın bölge rakipleri olmayı sürdürecek gibi görülmektedir.
2023 yılında İstanbul'daki ofis stoğunun 7 milyon metrekareye ulaşacağı ön görülmektedir. Bu rakam bugünün iki katından fazla bir büyümeyi işaret etmektedir. İstanbul dışında ofis piyasası gelişme potansiyeline sahip illerin başında Ankara gelmektedir. İzmir, Antalya, Bursa, Kocaeli, Adana ve Mersin ikinci grupta, Konya, Gaziantep, Denizli ve Kayseri ise üçüncü grupta ofis gelişimde rol alan şehirler olarak ön plana çıkmaktadır.
Turizm
2023 yılında 45 milyon yabancı, 15 milyon yerli turist beklenmektedir. Bu hedefler küresel turizm öngörüleri çerçevesinde Türkiye'nin dünya turizminden alacağı payı da arttırmasını gerekli kılmaktadır. Bugün yabancıların ülkemizde ortalama geceleme sayısı 4,3, yerli turistlerin ise 1,9'dur. 2011 yılı verilerine göre Türkiye'nin turist sayısı 30 milyondur.
Doğru bir planlama ile gerçekleşebilecek bu öngörü kapsamında kamu bu noktada ciddi stratejik hedefler tanımlamış ve bunları işin özünde 3 kategoriye ayırmıştır. Turizm sezonun tüm yıla yayılması amacı ile illerin ve konseptlerin geliştirilmesi, bölgesel gelişimler için tematik koridorların yaratılması bunlardan bazılarıdır. Yani turizmi daha geniş bir alana ve hedefe yayma amacı söz konusudur. İllerin bu kapsamda desteklenmesi planlanmaktadır.
Küresel ve bölgesel ölçekte İstanbul ve ardından İzmir, Antalya ve Ankara şehir turizminin geliştirileceği illerdir. Bunların dışındaki bazı iller, kültür turizminin desteklendiği illerdir. Yine Adana, Gaziantep ve Trabzon ikinci öncelikli kongre ve fuar turizmi illeri olarak belirlenmiştir.
Mevcudun genişletilmesi
Kıyı kesimlerinde deniz-kum-güneşten oluşan kitle turizmine yönelik tatil turizmi doygunluk noktasındadır. Bu nedenle bu alanlarda turistleri otellerden çıkartacak ikincil harcamaları artıracak, mevcut tesislerin 12 ay çalışmasını sağlayacak diğer etkinliklerin desteklenmesi planlanması ihtiyacı bulunmaktadır.
Turizm faaliyetlerinin iç bölgelere ve turizm sezonunun tüm yıla yayılması amacı ile 9 adet tematik bölge turizm gelişme bölgesi olarak belirlenmiştir. Ayrıca 7 tematik turizm koridorun geliştirilmesi planlanmaktadır. Bu koridorların teması kış turizmi koridoru, zeytin koridoru, inanç koridoru gibidir.
Türkiye'nin turizm stratejisi hedeflerine ulaşabilmesi için ilave konaklama kapasitesine ihtiyaç duyulmaktadır. 2002-2010 yılı rakamlarında görüldüğü gibi sektör gelişim içindedir. Bu artış korunmalı hatta ivme kazanmalıdır.
Yatak doluluk oranının yıllar itibariyle artacağı ve 2023 yılında yüzde 60'a ulaşacağını öngörülmektedir. Bu durumda 200 milyon geceleme olmasını beklemek yanlış olmayacaktır. Bu geceleme sayısı 913 bin yatak kapasitesi gerektirmektedir. Bu iki kapasite arasındaki fark 284 bindir ve ilave farklı kategorilerde yatak ihtiyaç miktarını göstermektedir.
Otel yatırımları
?İstanbul, Ankara, İzmir, Bursa gibi şehirlerdeki 4 ve 5 yıldızlı oteller ile lüks oteller; diğer kentlerde şehir ve iş otelleri öne çıkacak,
?Uluslararası otel zincirlerinin sektöre girme eğilim artarak sürecek,
?Büyükşehirlerde lüks ve 5 yıldızlı otel işletme zincirleri ilgisi artacak, ikincil şehirlerde ise orta segment şirketlerin ilgisi ve yatırımları artarak devam edecek,
?Bu genel eğilimlere bağlı olarak büyük şehirlerde oda fiyatları ve gelirleri, dolulukları artışlar gösterecek,
?İlk yatırım dönüş süreleri kısalacak ve oluşan taleple birlikte otellerin varlık değerlerinde artışlar görülecek,
?Önümüzdeki süreçte otel yatırımları, genişleyecek arza rağmen gayrimenkul sektörü içinde öncelikli yatırım alanı olacaktır.
Lojistik
Türkiye'nin mevcut lojistik sektörü potansiyeline rağmen lojistik depolama beklenilen gelişmeyi gösterememiştir. Uluslararası nitelikte lojistik depo stoku henüz sınırlıdır. Bunda en önemli unsur arsa fiyatlarının yüksek olması ve bu nedenle lojistik yatırımlarının mevcut getiriler çerçevesinde yeterince karlı olamamalarıdır. Kara-hava-demir ve deniz yollarındaki gelişim yavaşlığı da sektörü dolaylı olarak etkilemektedir.
Lojistik alanlara bakıldığında özellikle 2005 yılından sonra Türkiye genelinde sanayi ve depo yatırımlarında önemli bir genişleme olduğu görülmektedir. Kriz döneminde bu sektörde azalışlar olmuştur.
Yük taşıma kapasitesi ve verilerine bakıldığında, taşımacılıktaki kırılım dengelerinin 2023e kadar değişeceği görülmektedir. Karayolu taşımacılığının pazar payını kaybetmesi söz konusudur. Kaybettiği bu pazar payını demiryolu ve denizyolu, birazda boru hatlarına vermektedir. Bu gelişimler önümüzdeki dönemde yukarıda ortaya konulan öngörüler çerçevesinde çok yüksek miktarda lojistik alana ihtiyaç olacağını göstermektedir. Sektörde teşvik edici unsur lojistik merkez alanlarında arsa tahsisi, özel alanların açılması, uzun dönemli kiralamalar olacaktır.
Gayrimenkul sektörü öngörüleri
Gayrimenkul Sektörü Vizyonu, sektörün 2023 yolculuğunu özetlenirken, ilerleyişi 8 temel başlık çatısı altında ele alınmıştır. Bunlar sırasıyla;
1. Gelişme öncelikleri,
2. Yüksek nitelikli sektör,
3. Etkin finansman,
4. Pazar koşulları,
5. Yabancıların katılımı,
6. Gayrimenkul yatırım ortaklıkları,
7. Yönetim ve iletişimi içine alan “Yönetişim”,
8. Ekonomiye ve yaşama katkı
Sektörün gelişmesi öncelikle sağlıklı, nitelikli, planlı, çevre dostu ve yaşanabilir sosyal doku ile uyumlu kentler yaratmayı hedeflemelidir.
Ruhsat projesine uygun olmayan yapıların inşasına izin verilmemeli,
Kentsel dönüşüm çarpık kentleşmenin izlerinin silinmesi için son bir şans olarak görülmelidir. Kentleşmeye paralel erişilebilir konut ihtiyacı karşılanmazsa yasa dışı yapılaşma önlenemeyecektir.
Yerel yönetimler dönüşüm süreçlerine aktif olarak katılmalıdır. Yerel yönetimlerin ve devletin fiyat erişilebilir konutlar karşılığında arazi tahsis veya imar izni vermesi için uygun mekanizmalar geliştirmesi gereklidir.
Ticari kaygılar nedeni ile mimari uyumdan yoksun, şehirlerin kültürel ve tarihi dokularını korumayan geliştirmelere gidilmemelidir.
Sektöre itibar kaybettiren kayıt dışılık, hukuk dışılık ve standart dışılık artık geride bırakılmalıdır.
“Kazanılmış hak” konusu hukukta tam anlamıyla tanımlanmalı, plan iptalleri, ruhsat iptalleri gibi konuların son kullanıcıları mağdur etmesi ve belirsiz piyasa koşulları yaratması sorunu kökünden çözülmelidir.
Koruma ile kullanma dengesi iyi sağlanmalı, koruma ile yeni çöküntü alanları yaratılmamalıdır.
Ülke ölçeğinde, bölge ve kent uyumlu planlamalar ile kentsel yığılmalar önlenmeli, Türk insanı göçer olmaktan artık kurtulmalıdır.
Gayrimenkulün yüksek nitelikli bir sektör olduğu unutulmamalıdır.
Sektör uluslararası standartlara kavuşturulmalıdır.
Global geçerliliği olan standart tanımlamalar yapılmalıdır.
Sektörde şeffaflık arttırılmalı, bu sayede doğru ve sağlıklı değerlendirmeler yapılabilmelidir..
Uluslararası standartlarda ve ölçütlerde azami veri ve bilgi üretilmelidir, gayrimenkul endeks sistemleri geliştirilmelidir.
Etkin Finansman zorunluluktur
Sektör daha uzun vadeli kaynaklar kullanabilir hale gelmelidir, yurt içinde uzun vadeli kaynaklar geliştirilmelidir. Sermaye piyasaları daha etkin kullanılmalı, gayrimenkul varlıklarına ve kredilerine yönelik menkul kıymetleştirme araçları zenginleştirilmelidir.
Sermaye piyasalarında gayrimenkul finansmanında kullanılan finansal araçlar için pazarlar oluşturulmalı ve derinleştirilmelidir.Yasal olmayan alanların kredilendirilmesi mümkün olmamalı, bu konuda asla taviz verilmemelidir.
Pazar koşulları
Piyasayı geliştirmek için kamu-özel sektör ortaklıkları kullanılmalıdır.
Kamu düzenleyici olmalı sadece erişilebilir konutlar üretiminde bulunmalıdır.
Kaçak yapılaşma yaygın hale gelmişse alınan idari kararlarla kolay yıkılamazlar. Konut ve bina sahiplerinin, yapılarını güçlendirmeleri halinde onlara tapu vermek ve mülklerini yasal hale getirmek konusunda teşvik etmek; konut iyileştirme ve güçlendirme kredileri geliştirmek uygun olacaktır. Dünyanın birçok yerinde nitelikli ve kaliteli inşaat standartlarına sahip birçok kaçak konut yasal hale gelmiştir.
Arz-talep dengesi gözetilmeli, fiyat balonları oluşması tuzağına düşülmemeli, oto kontrol mekanizmaları çalıştırılmalıdır.
Gayrimenkul yatırımlarının getirileri uluslararası standartlarda ölçülmeli ve izlenmelidir.
Sektöre yabancı kurumsal firmaların gelmesi özendirilmeli,
Kurumsal yatırımcılar için şeffaf bilgiler oluşturulmalı,
Proje geliştiriciler için kolaylaştırıcı ve özendirici uygulamalar olmalı,
Bireysel yatırımcı ve kullanıcılar için yeterli ve nitelikli arz geliştirilebilmelidir.
Konut satışında mütekabiliyet düzenlenmesinin yanı sıra yabancıların oturma, çalışma, eğitim izinleri, giriş çıkış vize kolaylıkları, Türk bankalarından konut kredisi kullanabilme, konut sigortalama işlemleri gibi tüm konularda iyileştirmeler ve kolaylıklar oluşturulmalıdır.
2023 yılına giden yolda en önemli finansal enstrümanlardan biri GYO'lardır. Başta altyapı GYO'lar olmak üzere farklı kategorilerde kurulmalarına ve faaliyet göstermelerine olanak sağlanmalıdır.
Konut portföyünden ticari gayrimenkul portföyüne geçiş sağlanmalı, likit ve yüksek getirili aktifler oluşturulmalıdır.
Yönetişim
Merkezi kamu otoritesi ve yerel yönetimler ile sektör oyuncuları arasında istişare, diyalog ve işbirliği kanalları en üst seviyede tutulmalıdır.
Kentliler ile sağlıklı diyalog mekanizmaları kurulmalıdır. Geçmişe saygılı, geleceği koruyan kararlar için bilimsel birikime ve verilere azami başvurulmalı ve saygı duyulmalıdır.
Sosyal medya artık hayatla iç içedir, bilgi ve haber saniyelerle paylaşılmaktadır. Önümüzdeki dönemde diğer sektörlerde olduğu gibi gayrimenkul sektöründe de sosyal medya, halkla ilişkiler, pazarlama daha da önemli hale gelecektir.
Bahsettiğimiz düzenlemeler sektöre ivme, ekonomiye katkı sağlayacaktır. Özellikle gayrimenkulde tapu devri harçlarından doğan vergi kayıplarını engelleyecek sistemler kurulmalı, gereken adil düzenlemeler yapılmalıdır.
Gayrimenkul sektöründe vergi kaçağı yaygındır. Kurumsal olmayan üreticilerin ürettiği gayrimenkullerde çifte fiyatlandırma, faturalarda düşük beyan ve nakit ödemelerde düşük fiyat uygulamaları engellenmelidir.
Uygun koşulların sağlanması halinde, sektörümüz ekonomik büyümeye her yıl 1,5-2 puan arasında katkı sağlanacaktır.
Sonuç olarak bireyler için “yaşanabilir kentler” yaratılacaktır.
2. OTURUM:
“GELECEĞİ YAPILANDIRMAK: 2023 VİZYONUNDA GAYRİMENKUL SEKTÖRÜ”
2023 Vizyonu, GYODER raporu ile örtüşüyor
2023 Vizyonu ile GYODER raporu arasında bir örtüşme olduğunu belirten Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Mekansal Planlama Genel Müdürü Mehmet Ali Kahraman Kentsel Gelişme Stratejisi'ne ilişkin görüşlerini aktardı. Özellikle Marka Kentleri Zirveleri ile Türkiye'nin şehirleşmesine dair ipucu bulabildiklerinin altını çizen Kahraman, “Bakanlığımız tarafından 2010 yılında yayınlanmış ve Bakanlar Kurulu tarafından kabul edilerek resmiyet kazanan Kentsel Gelişme Stratejisi GYODER raporunda da yer alıyor. Raporda son 10 yıldaki faaliyetler var. Bu 2023 vizyonunun altyapısını oluşturuyor” dedi.
Bakanlığın vizyon stratejisi
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'nın önümüzdeki dönem vizyonun üç önemli ayağını da özetleyen Kahraman, “Bunlardan biri; ‘çevre ve sürdürülebilirlik, yaşanabilirlik' ayağı. İkinci; ‘mekansal planlama' ve bir diğeri de; ‘yapılaşma koşulları, yapı denetim sistemlerinin oluşturulması'. Bu üç ayak ana şemsiye olarak da bir kalkınma hamlesinin altında gerçekleştirilecek. Gayrimenkul yatırımlarının hızlandırılmasını destekleyen kurumsal yapı olarak düşünebiliriz. Bakanlık olarak en önemli önceliğimiz, bir kere üst ölçekli planlama sistemini Türkiye'de oturtmak ve yönlendirmek. GYODER'in önderliğini yaptığı bu cazibe merkezleri projeleri ile bütünleşen bir yanı da olan ulusal ölçekli mekansal gelişme stratejisi hazırlıyoruz. Yön vermesi açısından bunun da çok önemi var. Türkiye'de bir kentleşme olgusundan bahsediyoruz. Yüzde 70'lerde. Bu oran 2023 vizyon raporunda 84 olarak sunuldu. Bu oran belediye nüfusu altındaki insanların oranını bize gösteriyor. Fakat gündemde olan Büyükşehir Belediyeleri kanunları var. Bunun geçmesi durumunda bu oran da yüzde 90-93'lere çıkıyor” şeklinde konuştu.
Uygarlıktaki gelişimi takip etmek çok önemli
Devletle en fazla el ele yürümesi gereken alanlardan birinin alt yapı olduğuna değinen Prof. Dr. Deniz Ülke Arıboğan, “Yollar, altyapı, getirilmedikçe, muhteşem binaların da çok fazla bir anlamı yok. Uygarlıktaki gelişimi takip etmek çok önemlidir. Yaptığımız her şey yeni uygarlığın ev sahiplerine göre düzenlenecek. Şu anda iki üç yaşında olanlar önümüzdeki dönemde daha önemli olacak. Tecrübeli mühendisler kadar genç mühendisleri de isteyin” çağrısında bulundu.
AVM'ler bacasız fabrika konumda
AVM'lerin Türkiye açısından önemine değinen Avi Alkaş ise “AVM'lerle ilgili neredeyse her hafta yurt dışından bizim başardığımız örnekleri incelemek için talepler alıyoruz. İnceleme turlarına katkı ve destek oluşturuyoruz. AVM'lerin giderek daha karma yapılardan oluşturulduğunu görmek mümkün. Arsa fiyatlarımızın pahalı olmasından dolayı AVM'lerin salt alışveriş merkezi değil iş merkezleri, oteller, ofisler gibi değişik etkinliklere mekan sağlayacak ek öğelerle bir araya geldiğini görmekteyiz. Bu gün bacasız fabrika konumundaki AVM'ler yarattığı istihdam ile katkılarını sürdürürken büyükşehirlerde yaşamamızın farklı şekilde gelişmesine imkan sağlıyorlar. Bunula birlikte yabancılara satışın önünün açılmasını alkışla karşılamak lazım. Bu meyanda da yurt dışından gelebilecek olan yatırımlar var. Çünkü AVM'lerde ofis yatırımları olacak” şeklinde konuştu.
Mühendislik altyapısı sektör-üniversite ilişkileriyle güçlenir
2023 sürecinin gayrimenkul sektörü, deprem gerçeği ve kentsel dönüşüm stratejisi olduğunu belirten Niyazi Mete Saraçoğlu da, “Bu süreç doğru yönetilirse Türkiye 11 sene içinde kentsel dönüşümün büyük kısmını tamamlamış ve benzer dönüşümü geçirecek ülkelere ihraç edebilir duruma gelecektir. Mühendislik altyapısı da sektör-üniversite ilişkileriyle geliştirilebilir. Gayrimenkul sektörünün yüksek lisans alanında eğitim alanlarına baktığımızda 5 üniversitenin bu imkanı sunduğunu görüyoruz. Bunun da bu kadar konuşulan konunun daha fazlalaştırılması gerektiğine inanıyoruz. GYODER gibi kurumlarda öğrencilere yer verilmesi de çok önemli. Yeni mezunlara iş imkanı sağlayabilen, çalışanlara iyi kariyer sağlayabilen firmaların artması gerekiyor. Meslek içi eğitim veren firmalar artmalı” dedi.
DEĞİŞEN YAŞAMLAR, DÖNÜŞEN KENTLER: DÜNYA UYGULAMALARI”
Öncesinde Yapı Endüstri Merkezi Başkanı Doğan Hasol'un konuk konuşmacı olarak yer aldığı, “Değişen Yaşamlar, Dönüşen Kentler: Dünya Uygulamaları” başlıklı ilk günün 3'ncü oturumunu, GYODER Yönetim Kurulu Üyesi Dr. M. Emre Çamlıbel yönetti. Oturumda, Broadway Maylan Master Planlama ve Kentsel Tasarım Departmanı Direktörü Monika Bik, Barselona Belediye Meclisi Pazarlama ve Uluslararası Ekonomik Reklam Direktörü Jordi Sacristan, SPH Newsletter Başyazarı Andreas Schiller ile Affordable Housing Institute Kurucu Başkanı David Smith, farklı kentsel dönüşüm uygulamalarından örnekler sundu.
“Ciddi şekilde planlama eksiğimiz var”
Yeşil planlama olması için önce planlamanın olması gerektiğini belirten Doğan Hasol, “Yeşil Planlama konusunu seçtim. Yeşil yapılar var, eko kentler var, yeşil planlama nasıl oluyor diye soracaksınız. Yeşil planlama olması için önce planlamanın olması lazım diye düşünüyorum. 1965 yılında ben Mimarlar Odası İstanbul Şubesi sekreteriydim. O tarihten bu yana hep aynı şeyleri söylüyoruz ve hala planlama konusunda bir noktaya gelebilmiş değiliz. Ciddi bir şekilde planlama eksiğimiz var. Dolayısıyla Yeşil Planlama nasıl olur bilemiyoruz. Planlama süreci her şeyden önce ‘nasıl bir' sorusuyla başlıyor. Nasıl bir Türkiye?, Nasıl bir İstanbul?, Nasıl bir kent? Önce bunların adını koymamız lazım. Bunun için de önce hedefleri koymamız gerekiyor. Yaptığımız işleri şeffaflık içinde yapmayız ve genelde tartışmak istemeyiz. Biz de plan yapılacaksa onu büyüklerimiz düşünürler, isterlerse yaparlar istemezlerse yapmazlar. 1965 yılında da böyleydi. O dönemin Mimarlar Odası kayıtlarına bakarsanız sürekli olarak şu söyleniyordu, ülkesel fiziksel planlama yapılması lazım. Yani işin ve iş gücünün ülke çapında nasıl dağılacağına karar vermek lazım. Yatırımlar ülke çapında nerelerde yer alacak, nüfus hareketi nasıl olacak? Plan yaptığınız takdirde bütün bunları denetim altına tutma şansınız vardır. Plan yapmazsak ne olur? Planın karşıtı kaostur, kaos olur. Nitekim şehirlerimizin bugün yaşadığı durum budur” dedi.
“Yeşili koruyacaksak ormanları feda edemeyiz”
Herkesin çarpık kentleşmeden şikayet ettiğini belirten Hasol, “Çarpık kentleşme başı boş bırakıldığı için şu an bu haldeyiz. Oysa ülke, bölge, şehir, kasaba ve kır ölçeğinde planlama yapılması gerekiyor. Bütün bunlardan sonra mimarlık, inşaat ve ulaşım konularına değinmek gerekiyor. Doğayı, havayı, suyu, güneşi, rüzgarı, yeşili korumamız gerekiyor. Düşünün ki küçük ormanlara atalarımız koru demiş. Yani koru diye bize talimat vermişler. Korunmaları gerekiyor ama biz onları korumuyoruz. 2B nedeniyle Türkiye'nin 2B alanlarına tahsis edilen alanları binde 6'dır dendi. Acaba ormanların yüzde kaçıdır? Böyle bir hesap yapıldı mı? Orman niteliğini kaybetmiş alanları işgal edenlere gerektiğinde kredi de vererek satmayı deniyoruz. Yani ormanları yok ediyoruz. Yeşili koruyacaksak, enerjiyi koruyacaksak, doğayı koruyacaksak ormanları feda edemeyiz” dedi.
“Plan yapmayı değil plan değişikliği yapmayı seviyoruz”
Siyasilerin tam mutabakat içinde 2B'yi yasalaştırdığını belirten Hasol “Ama ne yazık ki siyasiler tam mutabakat içinde 2B'yi yasalaştırdılar. Yapılan planları uygulamak zorundayız. Bir başka kusurumuz da burada. Planlar yapılıyor ama genelde uygulanmıyor. Biz plan yapmayı değil plan değişikliği yapmayı seviyoruz. Plan yapılıyor, uygulanmadan arkasından yüzlerce plan değişikliği geliyor. Taksim'den başlayan İnönü gezisi, Nişantaşı'na kadar devam ederken ilk kez 1955 yılında yapılan Hilton Oteli ile kesintiye uğramıştır. Hemen peşinden Taksim Belediye Gazinosu yıkılarak yerine daha Sheraton Oteli olan şimdi Intercontinental Oteli olan Vakıflar Oteli yapıldı. Hemen peşinden Harbiye Ordu Evi binası yapıldı. Ondan sonra Hyatt Regency Oteli yapıldı. Şimdi kongre merkezi yapıldı. Orası kemirile kemirile gidiyor. Taksim Meydanı düzenlenirken gezinin bir bölümüne eski kışla ihya edilmek isteniyor. Tabii kışla yapılmayacak herhalde başka bir şey yapılacak ama biz yeşil alanları kemire kemire yapılara tahsis ediyoruz” diye konuştu.
“Avrupa'da gökdelen yarışı yok”
Bir büyük tehlikenin de gökdelenler yarışı olduğunu belirten Hasol, “Bu büyük bir tehlike. Avrupa'nın en yüksek gökdeleni bizde diye övünüyoruz. Avrupa gökdelen yapmıyor ki, öyle bir yarışı da yok. Paris'te bir hata işlediler, Mon Parnas Gökdeleni'ni Paris'in içine yaptılar, bin kere pişman oldular. Bugün bile espri konusudur ‘Paris'in en güzel yeri Mon Parnas Kulesi'dir çünkü oradan Mon Parnas Kulesi görünmez' diye. Bunu gökdelene karşı olduğum için söylemiyorum. Gökdelenin yapılacağı yerler vardır yapılmayacağı yerler vardır. Bugün maalesef İstanbul'da her büyük arsa gökdelen arsası olarak görülüyor. Böyle bir hatadan bir planlamayla kurtulabiliriz. Öyle ki kentsel dönüşüm kapsamında İstanbul'u yıkıp yeniden yapalım diyen müteahhitlere rastlıyoruz. Peki Paris'i de Londra'yı da yıkalım mı? Böyle bir şey mümkün değil. Çürük binaların ayıklanması başka ama söylem o şekilde değil. İstanbul'u yıkalım yeniden yapalım. Bir İstanbul daha yapamazsınız. İstanbul bize miras değildir, İstanbul bize bırakılmış çocuklarımıza torunlarımıza aktaracağımız emanettir. Mirasyedi savurganlığı içerisinde olmamalıyız diye düşünüyorum” diye konuştu.
“Amerika'da başarısızlığa uğradık”
Türkiye'de daha önce 8 yıl çalıştığını belirten Affordable Housing Institute Kurucu Başkanı David Smith, “İlk defasında Türkiye'de ucuz konut sistemi yapmayı planladık. Daha sonra 2 yıl önce Van Depremi'nden biraz önce geri geldim. Bir sempozyum düzenlemiştik dünya çapında uzmanları getirerek. Konumuz kentsel yeniden canlandırmaydı. Burada amacımız doğal afetlerin sonuçlarını hafifletmekti.
İstanbul, Hindistan vs. 5 tane ilke benimsedik. Dünyanın çeşitli yerlerinden derlenmiş ilkeler bunlar. İlla ki Türkiye için demek değil ama katılımcıların bir araya getirdiği birtakım ilkeler. Birincisi, kentteki herkes, 13 milyonun tamamı, belki de 14 milyonsunuzdur. Çünkü zamanı durdurmaya çalışsak bile insanların kente gelmesini engellemeye çalışsak bile gelecektir insanlar. Şehirdeki herkes riskten etkilenecektir. Dolayısıyla kentin yeniden kurulmasında yoksul insanların enformel ortamlarda yaşasalar bile kafesin içine sokulması demokrasinin bir testidir. Bir Amerikalı olarak size söyleyeyim ki; biz bazen Amerika'da bu konuda başarısızlığa uğradık. Biz enformel mahalleleri yıkmış durumdayız. Şehirlerin kenarında çok katlı binalar yaptık. İnsanları aldık, yaşadıkları yerden 20 kilometre uzaklıktaki yerlere götürdük. Çok katlı binalara yerleştirdik. Bunun bedelini ödedik sonra” dedi.
“Dünya tarihinde hiçbir örnek yok ki mahalleler yıkılsın, yoksullar gitsin”
Afet riskinin en önemli muhatabının belediye olduğunu ve İstanbul için bunun özellikle geçerli olduğunu belirten Smith, “Dördüncü bir nokta var. Piyasalar işe yarar. Ve dendi ki plan yaptığınız zaman hayat ortaya çıkar. Benim de size söyleyeceğim şey şu: Piyasalar ekonomik plan yaptığınız zaman enformel piyasalar özellikle ön plana çıkar. Kentlerde ve kentlerden önceki yerleşim biçimlerinde kentsel planlar şehirleri yapmıştır. Ben dünya tarihinde hiçbir örnek bilmiyorum ki enformel büyük bir mahalle yıkılsın, yerine yeni bir şey yapılsın ve yoksullar gitsinler. Bunu hiç görmedim. Her zaman geri geliyorlar. Mahalle her zaman değişiyor. Bu da beşinci ilkeye götürür bizi. Ademi merkeziyet işe yarıyor. Hiçbirimiz istemiyoruz ama Amerika'da mesela biz herkesten daha akıllı olduğumuzu düşünürüz. Biz belediyeden de, yoksullardan da akıllı olduğumuzu düşünürüz ama öyle olmuyor” diye konuştu.
“Neden Paris alevler içinde?”
Yoksullar için şehirden uzakta yapılan binaların 17 yıl sonra yıkıldığını belirten Smith, “Başka öğrendiğimiz şeyler de var. Bu da ABD'de sizin yorumunuz farklı olabilir. Eğer yoksullar için çok katlı binalar yaptıran bir hükümetiniz, devletiniz varsa şehirden uzakta... 17 yıl sonra yıkılıyor şu bina. Yıkılmak zorunda kalındı. Çünkü tam anlamıyla çöküntü bölgesi olmuştu. Çok tehlikeliydi. Nihayet son resim ABD'den değil. Hangi şehir olduğunu biliyor musunuz? Paris burası. 7 yıl önce sadece. Neden Paris alevler içinde. Çünkü birçok insan yüksek katlı binalarda oturan marjinalize insanlar, yeterince kızıp Paris'i yakmaya kalkıştılar. Dolayısıyla öğrendiğimiz şu: Kentsel dönüşümlerde eğer yoksulları marjinalize ederseniz, 17 yıl sonra yaptığınızı yıkarsınız. Yoksullar, marjinaller de sizin şehrinizi sizin adınıza yıkarlar” diye kaydetti.
“Detroit'in nasıl yandığını anlatıyordu”
Daha küçük bir dünyada hiç kimsenin şehrin herhangi bir yerindeki başarısızlığı gizleyemeyeceğini belirten Smith, “Şunu anlamalısınız. Daha evvel Bakan Bayraktar söyledi. Dünya küçük, saydam olmalıyız dedi. Tamamen Bayraktar'la aynı fikirdeyim. Kenti yeniden yaratmak çok önemli. 10 yıl bile gecikmemek lazım. Ama işbirliği içinde olmalı. Benim bir vizyonum varsa şu: 2023'e gelindiğinde yeteri kadar güçlü olmayan 6 milyon yapı bu yapıların sahipleriyle işbirliği içinde ve onların rızasıyla yenilenmiş olmalıdır. Orada yaşamakta olan insanlar orada yaşıyor olmalı 2023'te ya da hiç olmazsa o altyapı olanaklarına sahip olmalı. Bu yapılabilir bir şeydir. Biz başarısızlık örneklerini yaşadık. Bu öyküyü koydum. Çünkü bu insanlar 2 yıl önce Tarlabaşı'nda oturuyorlardı. Bugün artık oturmuyorlar” dedi.
“Orada yaşayan insanların seslerine kulak verdik”
Hem mimar hem de kentsel planlama uzmanı olduğunu belirten Broadway Malyan Master Planlama ve Kent Tasarım Departmanı Direktörü Monika Bik, “Hem mimar, hem de kentsel planlama uzman olarak şehirleri nasıl tasarladığımızı ve bütün bu şahane fikirleri hayata nasıl geçirdiğimizi anlatmaya çalışacağım. Bir şehri nasıl tasarladığımızı 5-10 dakikada anlatmak oldukça zor. 3 temel noktadan bahsetmek istiyorum. Öncelikle gün içerisinde pek çok insanın bahsettiği bir konu. Ortak çalışma. Bildiklerinizi, bilmediklerinizi teşhis etmek, bilmediklerinizin cevabını nerede bulabileceğinizi anlamak ve oraya gitmek, her konunun ve alanın uzmanlarıyla, finansal olanla ya da farklı sektörlerle bir araya gelmek ve ortak bir çözüm bulmaya çalışmak. Bunu yaparken sadece bunları ortaya koymak değil, tabii ki uygulamaya koymak da önemli. Hem büyük şehir planlarında hem de daha küçük planlarda çalıştık. Bir tanesini örnek olarak söylemek gerekirse Angola'daki bir kamu özel sektör ortaklığı projesiydi. Farklı disiplinlerden gelen 30 farklı katılımcıyla çalıştay oluşturduk. Burada önemli olan nokta tabii ki toplumun katılımını sağladık. Nereye gidersek gidelim yaptığımız şey şu. Mutlaka o bölgenin o semtin sakinleriyle oturuyoruz. Birleşik Krallık'ta da bu danışma prosedürümüzü uyguluyoruz. Zaten bu konuşmalardan ve fikir paylaşımlarından da bir manifesto ortaya çıkıyor. Abu Dabi'de mesela bir projede de bunu uyguladık. Toplamda 25 hektarlık bir alanı yeniden tasarlamamız gerekiyordu. Ve burada bu tasarım aşamasında da orada yaşayan insanların seslerine kulak verdik” diye konuştu.
“Barselona'da denize girebilmek için 30-40 kilometre gitmek durumunda kalıyorduk”
Barselona'ya yaptıkları Twenty projesinden bahseden Barselona Belediye Meclisi Pazarlama ve Ulusal Ekonomi Reklam Direktörü Jordi Sacristan, “Barselona 2 bin yıldan uzun bir geçmişe sahip bir şehir. Burada aynı zamanda bir ülkenin ekonomik olarak lokomotifi görevini gören bir şehir Barselona. İnsanlara, ekonomiye ve sanata açık bir şehir, Barselona kendini hayat bulan şehir olarak lanse ediyor. Çünkü geçmişte de bu böyle oldu. Özellikle Akdeniz havzasında bir geçiş yolu olarak da İspanya'da öne çıktı. Bugün içinde bulunduğumuz mekana büyük benzerlik gösteren bir bina görüyorsunuz. 1975-1976 yıllarında demokrasiye geçiş yaşandı İspanya'da. Bunun kutlamaları yapıldı. Çok partili sisteme geçiş sağlandı. Bir taraftan ekonomik krizle karşı karşıya kaldık. Sakinler olarak tatminsiz idik. Çocuk olarak hatırlıyorum. Denize gireceğim kumsal bulabilmek için 30-40 kilometre gitmek zorunda kalıyordum. Bugün durum çok daha iyi. İstihdam oranında işsizlik oranı düşmüş durumda. Bütün sorunlara rağmen dünyaya ne kadar güzel şehir olduğumuzu gösterme noktasında sorumluluk hissediyoruz. Olimpiyat oyunlarına başvuru yaptık. O zaman Barselona'da denizi keşfettik. Şu anda gitseniz, Barselona'da yaşayanlara sorsanız hayatınızda ne değişti diye sonsanız, bu proje akabinde denizi keşfettik derler” açıklamasında bulundu.
“Şehirler her zaman değişir”
Şehir planlama ve bölgesel gelişim hakkında 20 yıllık tecrübesi bulunduğunu belirten “Affordable Housing Institute Kurucu Başkanı David Smith, “Şehir her zaman değişen bir şeydir. Almanya'da mesela Berlin'de şehir hiçbir zaman aynı kalmıyor. Şehir kendini yeniden icat edip yenileyerek devam ediyor. Burada gayrimenkul piyasasından gelen insanlar için belki sorun olabilir. Onların planları biraz daha uzun vadeli. On yıllarla çalışıyorlar. Buna mukabil biraz zıt şekilde işleyen şehir yapısında faaliyet göstermek zorundalar. Burada bir şehrin kimliğini doğru anlamak önemli. Nerede olduğunuzu, o şehrin dokusunu, karakterini doğru analiz etmek önemli. Şehirler kimliklerini korumak durumdalar” dedi.
“Fakir insanları ekonomik olarak gelişmiş şehirlerde nasıl barındıracağız?”
GYODER Yönetim Kurulu Üyesi Dr. M. Emre Çamlıbel'in “Dönüşüm sonrasında fakir insanların da kalması ve korunması gerektiğini söylediniz. Fakir insanları, gelişmiş, ekonomik olarak büyümüş, dönüşmüş şehirlerde nasıl barındıracağız? Bir gruba ekmeği 3 liraya satarken öbür gruba 1 liraya mı satacağız? Yaşamlarını nasıl sürdürecekler? İkinci soru; değişime dönüşüme oradaki insanlar hayır diyebilirler diye konuştuk. Türkiye'de durum pek böyle değil. Müteahhitler gelsin, dönüştürsünler diye kapımızı aşındırıyorlar. Biz bir şeyi yanlış mı yapıyoruz. Fazla bir şey mi sunuyoruz ki kentsel dönüşüm için bu kadar istekli oradaki yaşayan insanlar?” şeklindeki sorusuna Affordable Housing Institute Kurucu Başkanı David Smith, “Güzel sorular. Jordi'nin ve Monika'nın söylediği şeylerde saklı. Önce Jordi'nin tartışması ile başlayalım. Bir şehri dönüştürdüğünüz zaman havadan para yaratıyorsunuz. Göğe doğru yükselecek bir binayı işgal etme karşılığında para kazanıyorsunuz. Doğrudan doğruya dönüşümünü yaptırdığınız alanın ekonomik potansiyeli bunu belirliyor. Sizin yaptığınız muazzam değer yaratmak, devletin bu değerin bir bölümünü sizin yaptığınız gibi sizde de vergi artış finansmanı olmuş. Yüzde yirmisi burada değerin bir sübvansiyon olarak kullanılacaktır. Dolayısı ile bazı insanlar 1 lira bazı insanlar 3 lira ödeyerek yaşayabilir. Buradaki argüman eğer göğe doğru çıkarak para kazanıyorsanız o zaman parayı kısmen onlara ödemelisiniz. Barselona bütçe dışı yapmadı. Çünkü değer yarattı. İnsanlar size inanmıyorlar. Bütün bu iyi şeyleri söylüyorsunuz. 3 tane hayat var gayrimenkulde. ABD'de 3 büyük yalan var. Birincisi çekiniz postaya verilmedi. İkincisi bir seferlik bana inan. Ben devlet sorumlusuyum ve size yardım etmeye geldim. Herhangi bir gayrimenkul toplantısında bunları söylerseniz herkes buna güler. Devletin biraz çekilin toprağınızdan onu iyileştireceğiz ve sizi geri alacağız derseniz insanlar size inanmıyor. Nedeni devletin yoksulların düşmanı olması onlar açısından. Devletin söylediklerine ikna etmek çok çok zor. Bakan Bayraktar'ın söylediği şey var. Vizyonunuzu ortaya koyarsınız, halka anlatırsınız, halkın rızası olmadan yapamazsınız dedi. ABD'de Anayasa'da bir hüküm var. 5'inci değişiklik diyoruz. 1987'de kabul edilmiş. Özel mülkiyete, kamu amaçları ile adil yöntemler ve adil bir tazminat olmadan el konmayacaktır. ABD'de Güney Afrika'da da insanlar bunu şöyle yorumluyorlar. Hukuki bir belgeleri olmasa bile oradan çıkaramazsınız insanları. Bu kolay değil. Zaman istiyor insanları buradan çıkarmak. Bunun bir bölümü de değişiklik yapma konusundaki yetkinizden kısmen fedakarlık etmektir. Çünkü yapmazsanız başka insanlar bunu yıkmaya çalışacaktır” yanıtın verdi.
“Kullanılacak fırsatlar vermek lazım”
Aynı soruya yanıt veren Broadway Maylan Master Planlama ve Kent Tasarım Departmanı Direktörü Monika Bik de, “İlk soruya ilişkin kentsel yönetimlerin bir bölümü insanları güçlendirmektir. Bir liraya yaşayacak bazıları. Basıları 2 lira ödeyecek dediniz. Brezilya projesinde var olan toprağın yanında araziye yerleştirmek söz konusu. Buraya park yapın. Araya yoksullarla tampon yerleştirmiş oluruz dediler. Kısmen belediye tarafından finanse edilecek. Tesisler de kurulabilir. Kimse yoksul olmak istemez. Onlara fırsat verip eğitmek lazım. Onlar gelişebilirler. Birtakım mekanizmalar geliştirmek söz konusu olabilir. Sadece para vermek değil. Planınıza koyabilirsiniz. Kullanılacak fırsatlar vermek lazım” diye konuştu.
“Birini affedip, öbürüne ceza mı vereceğiz?”
Dr. M. Emre Çamlıbel'in, “Bizim Türkiye'de şöyle problemimiz var. Düşük gelir grubundan insanlar var. Niteliksiz, kaçak evlerde yaşıyorlar. Öbür tarafta daha iyi bir gelir grubundan insanlar var. Onlar da kaçak ve niteliksiz yerlerde yaşıyorlar. İlki bunu barınma amaçlı yapıyor, ikincisi servetini büyütmek, daha iyi manzara, çatı katı, iyi manzara için yapıyor. Ne yapacağız? Birini affedeceğiz. Öbürüne ceza mı vereceğiz? Bu Barselona'da nasıl çözüldü? Barselona'nın dönüşümü başarılı mıydı?” şeklindeki sorularını yanıtlayan Jordi Sacristan, “Bizde böylesi durum yok. Zengin insanlar iyi koşullarda yaşıyor. Biz yoksul kaçak bölgelerde yaşayan aslında mülkiyet sahibi olmayan insanlar olduğunda bu planı oluşturduğumuzda, 5 binden fazla kaçak konut bulduk. Onların yasal hale gelmesine izin verdik. Bankaya gidip kredi aldılar. Kendi konutlarını geliştirmek için. Böylece yasayı değiştirmeden kendi yaşam kalitelerini geliştirmelerine izin vermiş olduk. Meksika'da konutları altyapı veya yol olmasına karar verdiğimiz, insanlara yarattığımız, 4 bin üniteden bir bölümünde yaşama olanağı verdik. Tabi ki çıkarttık evlerinden ama yeni ev verdik onlara. Hemen hemen aynı ekonomik koşullarda. Yeniden geliştirme arazinin fiyatlarını arttırıyor. Daha zengin insanlar şık mahallelere giriyorlar ve burada bir karışım oluyor. Biz bu proje ile başarılı olduk. Aslında başarılı oluyoruz demek lazım çünkü daha bitmedi, bir 10 yıl daha var önümüzde. Burada temel mesele özel şirketleri ikna ettik. Çünkü parayı onlar koyacaktı. İkincisi belediyeyi bu insanların hayat kalitesinin yükseleceğine ikna ettik. Bizi destekleyin dedi belediye. Başında zordu. Üçüncüsü ise büyük çaba ile yabancı doğrudan yatırımların buraya yerleşmesini sağlamaya çalıştık. Uluslararası şirketleri çağırdık. Bunlar olmasaydı başaramazdık” diye yanıtladı.
“Yeni şehirler geçmişte de yapıldı ve başarılı oldu”
Dinleyiciler arasında yer alan Gayrimenkul Geliştirme Uzmanı Rafet Birinci'nin “Bu gün konu tamamen şuraya geliyor. Yatırım amaçlı kentsel dönüşüm projelerine geliyor. Esasında son 10 yılda yapılan çalışmalar şuraya geldi. Bizim sorunuzu deprem riski ile oluşan kentsel dönüşüm projeleri. Bu gün Beşiktaş, Etilerde kaçak binalar var. Çoğu dayanıksız ve milyon dolara alamazsınız. Bunu konuşmuyoruz. Şu an 2 milyona yakın konutun yıkılması bekleniyor. Bu depremden korunma amaçlı yapılıyor. Sayın Başbakan iki yeni kent kurmak istiyor. Kanalİstanbul için ne düşünüyorsunuz?” şeklindeki sorusunu yanıtlayan David Smith, “Yeni şehirler geçmişte de yapıldı. Bazıları başarılı da oldu. Merlyn Columbia, Jim Lanus adlı gayrimenkul geliştirmeci tarafından yaratıldı. Yepyeni kentleri yaratılması çok çekici. Monika Dubai'den bahsetti. Suudi Arabistan'da 4-5 tane şehir var. Ayrıca 2 milyon konutu siz yıkacak değilsiniz. İstanbul'da bunun olacağından kuşkum var. Hiç böyle şey olmaz. Ama 2023 e kadar evinizi depreme dayanıklı hale getirmek zorundasınız diyebilirsiniz. Belirli bir dizi kurala uyması lazım diyebilirsiniz. Size ucuz finansman vereceğiz. Sizin ve devletin parasıyla 10 yıl sonra sağlam eve sahip olacaksınız derseniz o zaman belki evi yıkarlar” dedi.
“Bizim 43 yılımızı aldı”
David Smith, “ABD 1967 nümayişlerinden sonra Başkan Johnson, Kentsel Şiddet Komisyonu adını taşıyan komisyon kurdu. Büyük bir rapor hazırladılar. ABD'nin her yerinde ucuz, içinde yaşanabilen konutlar sağlamak üzere. Devletin parasıyla. San Paulo'da da bu argümanlar ileri sürüldü. Türkiye'de bunu bilmiyorum ne yapıyorsunuz ama tarihi binalar varsa tarihi yönleri ile uygun şekilde geliştirebiliyorsunuz. Ama harcadığınız her bir dolar için 20 centlik vergi indirimi veriyor devlet size. Toplumsal yeniden yatırım yasası ile bunu bir araya getirirseniz akıllı girişimciler tarihi yeniden yaratma ile yoğun nüfus arasında bir şeyler yapıyorlar. Banka bu işin içine giriyor. Halk bir araya geliyor. Kurdele kesiyorlar. Ben kazanıyorum sen kaybediyorsun mücadelesi yerine işi beraber yapıyoruz duygusu yaratıyor. Bu bizim 43 yılımızı aldı” dedi.
“Hepsini yıkmak zorunda değiliz, bazıları iyileştirilebilir”
Oturumun sonunda bir derleme yapan GYODER Yönetim Kurulu Üyesi Dr. M. Emre Çamlıbel, “Bir tanesi dönüşüm sonrasında her türlü gelir gurubu beraber yaşamaya devam edebilmeli. Bir diğer çıkan prensip şehir ikonları korunmalı. Bir diğer prensip bu dönüşüm gelişim değişim yeni inovatif iş alanları, o döneme uygun iş alanları yaratma hedefi içermeli. Direkt yabancı sermaye girişi içermeli. Dönüşümün bedelini bütün taraflar bir şekilde paylaşmalı. Gereğinden fazla bir servet hak sağlamamak üzere yasal düzenleme yapılmalı. Bunu da ben eklemek istiyorum. İlla hepsini yıkıp yeniden yapmak zorunda değiliz. Belki bazılarını iyileştirerek hedefe daha kolaylıkla ulaşabiliriz” dedi.
İSTANBUL FİNANS MERKEZİ
Zirve ve Fuar'ın ikinci günü ise Sermaye Piyasası Kurulu 2. Başkanı Mehmet Emin Özer'in açılış konuşması ile başladı. “İstanbul Finans Merkezi” başlıklı ikinci günün ilk oturumu ise, İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nazım EKREN başkanlığında gerçekleştirildi. Oturumda; DenizBank Genel Müdürü Hakan ATEŞ, Reidin.com CEO'su Ahmet KAYHAN, Immofinanz AG Gayrimenkul Yatırımları Müdürü Marco KOHLA, TSPAKB Başkanı Attila KÖKSAL, İTİCÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü Mali İşler Koordinatörü Prof. Dr. Yusuf TUNA, İstanbul'un Finans Merkezi olma sürecini farklı açılardan değerlendirdiler.
İMKB portföy değerlerinin çok altında değer gören GYO'lar cazip fırsatlar sunuyor
SPK'ya tabi bir kurum olarak 1995 yılında hayata geçirilen düzenlemelerle kurulan Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı'nın aradan geçen 15 yılı geçen süre zarfında büyük gelişme gösterdiğine dikkat çeken konuk konuşmacı Mehmet Emin Özer, fakat gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında halen büyük bir gelişme potansiyeli olduğunu da belirtti. Özer, İMKB'de işlem gören Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı sayısı 2009 sonu itibarı ile 15'ken teşvik edici çalışmalar ve seferberlik çalışmaları sonucu bu rakamın bugün 24'e ulaştığını söyledi. Bunlardan iki tanesinin ‘İMKB 30' şirketleri arasında yer alacak büyüklükte olduğunu belirten Mehmet Emin Özer, İMKB'de işlem gören 24 adet Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı'nın piyasa değerinin 13 milyar TL'yi aşmış olduğunu, aktif büyüklüklerinin ise 25 milyar TL civarında olduğunu belirtti. Bu değerlerin bugün, 2009 yılına oranla üç katına ulaştığını belirten Özer, “GYO'ların İMKB portföy değerlerinin çok altında değer görüyor olması, borsa yatırımcıları için cazip bir yatırım fırsatı oluşturmaktadır” dedi.
İstanbul Finans Merkezi'nin şehrin yaşam kalitesini yükselteceğini belirten Özer, bu süreçte geliştirilecek projelerin hızlı ve tekin bir biçimde hayata geçmesinde Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı'nın da çok önemli katkılarının olacağını söyledi. Mehmet Emin Özer, “Ancak gayrimenkul sektörünün geldiği büyüklük ve yapı itibarı ile artık sadece pay halka arzıyla yetinilmemeli GYO portföyleri kira sertifikaları varlık teminatlı veya varlığa dayalı menkul kıymetler ve tahvil ihraçları gibi alternatif sermaye piyasası araçları ile desteklenmelidir. SPK olarak bu modelin gelişimine katkı sağlamak için GYO mevzuatında yeni düzenlemeler hayata geçirdik ve sektörden gelen talepler doğrultusunda da gerekli yenilikçi adımları atmaya her zaman devam edeceğiz” şeklinde konuştu.
İstanbul, ekonomik görünüm açısından 1230 şehir arasında 74'ncü
Finans Merkezi özelliği, küresel şehirlerin sahip olması gereken boyutlardan birini yansıtmakta olduğunu belirten İstanbul Ticaret Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Nazım Ekren, “Bununla ilgili uluslararası literatürde Ekonomist ve CitiBank'ın geliştirdiği metodoloji bu açıdan özel bir önem taşıyor. Bu metodolojiye göre; küresel ekonominin tahmini olarak 20 trilyon dolarlık bir büyüklüğünü, dünyanın en önemli 120 şehri üretmekte ve kullanmaktadır. Bu açıdan bakıldığında İstanbul'un Küresel Rekabet Endeksi'ndeki konumu, 1230 şehir arasında genel ekonomik görünüm olarak 74'ncü sırada bulunuyor. Ekonomik güç olarak 41'nci sırada, fiziksel sermaye olarak 80'nci, finansal olgunluk açısından 33, kurumsal etkinlikte 83, sosyal ve kültürel etkinlikte 55, beşeri sermayede 112'nci, çevre ve doğal riskler de 116'ncı, küresel şekilde ise 22'nci sırada yer alıyor. Diğer bir ifade ile; finansal olgunluk yani İstanbul Finans merkezi projesi, İstanbul'u dünyanın 120 şehri içinde önemli bir konuma getirecek potansiyeli içeriyor. Finansal olgunluk konusundaki 33'ncü sıra ile İstanbul 34'ncü şehir konumunda ve aynı puana sahip 50 tane şehir var. Bu da finansal merkez açısından ciddi bir rekabetle karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. Bir başka önemli endeks olan Küresel Finansal Merkezler Endeksi'ne bakıldığında ise (Mart 2012'da yayınlanan endekste) İstanbul 2011 yılı itibari ile 77 şehir arasında 62'nci sırada. Aynı konumda Washington DC, Boston, Kuala Lumpur'un gibi kentlerin de olması, İstanbul'un önemini gösteriyor” sözleriyle oturumu açtı.
İstanbul'un uluslararası finans merkezi olabilirliği ile ilgili yapılan, değerlendirmelerde; ilk beş yıl için yaklaşık 2 milyar dolar kaynak gerektiği, on yıl içinde bölgesel, 30 yıl içinde de dünyanın uluslararası 5-6 finans merkezinden biri olacağı konusunda öngörüler bulunduğunu belirten Ekren, “İstanbul finans merkezi olduğunda, GSMH'ya katkısı 2025 yılından itibaren yüzde 8 yükselecek ve her yıl ortalama 20 milyar düzeyinde katkı sağlayacak, 150 bin gencimize iş imkanı sunacak. Yinelenen araştırmada, küresel krize karşın aynı sonuçlara ulaşıldığını görüyoruz.” dedi.
İstanbul Finans Merkezi Strateji ve Eylem Planı'nın 2009 yılında yüksek planlama kurulundan geçerek fiilen artık Türkiye'nin önemli projelerinden biri olduğunu belirten Prof. Dr. Nazım Ekren, “İstanbul'un öncelikle bölgesel, nihai olarak da küresel finans merkezi olması vizyonuna dayalı bu strateji ve eylem planı, 73 tane eylem planı içermekte. Genel olarak bakıldığında 71 eylemden bitmiş olması gereken eylemler 36 tane, bu sene bitmesi planlanmış eylemler de 30 tane. Son olarak Başbakanlık genelgesinde, İstanbul Finans Merkezi'nin idare yapılanması da tamamlanmış oldu. 2012 yılı sonu itibarıyla eylem planlarının yüzde 92'lik büyük kısmı da tamamlanmış olacak” şeklinde konuştu.
JFSA finansal merkez değerlendirmesinde İstanbul 61'nci sırada
JFSA değerlendirmesine bakıldığında; dünyada finansal merkez olarak kast edilen 77 lokasyon bulunduğuna dikkat çeken DenizBank Genel Müdürü Hakan Ateş, “İlk ona Londra, New York, Hong Kong, Singapur, Tokyo, Zürih, Şangay, Toronto girerken İstanbul 61'nci, Moskova ise 65'nci sırada. Finans merkezlerinin kriterlerine baktığımızda yine aynı kuruluşa göre bir kere bir insan faktörü var. Tabi iki eğitim seviyesi ile yaşam kalitesi turizmin cazibesi can güvenliği afet beklentisi ve buna ilişkin bazı sıralamalar var dünya üzerinde. İş ortamı çok önemli iş yapma kolaylığı şeffaflık operasyonel risk derecesi politik istikrar gibi alt yapı çok önemli. Bu kapsamda tabi ana hedef olan bir İstanbul'u finans merkezi haline getirmek çerçevesinde de yapılacak çokça iş var. Hukuk tarafı var, azınlık hakları, korumacılık, tahkim dava süreçleri gibi ve finansal piyasaların organize piyasaların büyüklükleri var, etkinliği verimliliği var, aracılık maliyetlerini düşüklüğü olduğu ölçüde paranın bu merkezlere akması söz konusu. Sekürizasyon vb. türü çeşitli finansal ürünlerin gelişebilir ortamda olması lazım ve her türlü piyasaya, onu da bırakıp inanca dahi hitap edebilir ürün çeşidiniz olması gerekiyor. İşlem yapma serbestisi önemli. Onun dışında da yaşam maliyeti, rekabet koşulları gibi gördüğünüz bir takım gereklilikleri var. Bu yönden bakıldığında Londra'da 550 uluslararası banka, 172 uluslararası aracı kurum ve 600 binin üzerinde finans profesyoneli var. 10'dan fazla yüksek hacimli organize finans piyasası var. Dış piyasalarda da etkili, global fetin merkezi aynı zamanda Londra, daha büyük bir şehir ekonomisi var. 500 milyar doların üzerinde İngiltere ekonomisinin beşte biri. Bu finans merkezinde; global işlem hacminin yüzde 70'i, global tezgah üstü ürünlerinin yüzde 36'sı, global döviz işlem hacminin yarıdan fazlası ve AB işlem hacminin de yarısı gerçekleşiyor” şeklinde konuştu.
İstanbul 210 milyar dolarla dünyanın en büyük 45'nci ekonomisi
İstanbul'un güçlü özeliklere sahip olduğunu hatırlatan Ateş, “İstanbul dünyanın en büyük 45'nci ekonomisi; 210 milyar dolarlık bir ekonomi. Danimarka, Macaristan, İsrail, Portekiz büyüklüğünde bir şehir ekonomisi. Türkiye nüfusunun yüzde 18'inin, üretimin yüzde 27'sinin, vergi gelirinin yüzde 40'ının, ihracatın yarıdan fazlasının barındığı bir şehir. Finansal alt yapı olarak Türkiye'nin banka şubelerinin neredeyse üçte biri, 48 bankanın 42'sinin merkezi - ki diğerlerinden de İstanbul'a doğru bir hareketlenme var -, toplam mevduat ve kredilerinin de yüzde 42'si İstanbul'da. Yüksek hacimli organize finansal piyasalar sahip. Gelişmiş ülkelere yakın kalkınmışlık seviyesi var. Kişi başına gelir şehirde 15 bin 300 dolar: Türkiye ortalamasının yüzde 47 üzerinde. Bilgi teknolojisi alt yapısına ve kaliteli iş gücüne sahip. Yerel ulaşım imkanları; deniz, hava, kara oldukça hızla gelişiyor. Yabancı şirketler için de cazibesi var. Türkiye'de faaliyette bulunan 19 bin yabancı şirketin yarısı, İstanbul'da. Çok önemli dünya şirketlerinin bölgesel merkezleri İstanbul'da. Turizm açısından zengin farklı kültürel özellikleri var” diyerek, İstanbul'un önemli özelliklerini sıraladı.
Ancak daha gidilecek çok yol olduğunu da belirten Hakan Ateş “Örneğin şeffaflıkta 48 ülke arasında 30'ncu sıradayız. Vergi sisteminde 81 ülke arasında 75'nci, vergi oranları konusunda 40'ncı, yolsuzlukların azaltılmasında 61'nci sıradayız. Ekonomik özgürlük seviyesinin yükseltilmesinde de 179 ülke arasında 73'ncü sıradayız. Politik istikrarın artırılması konusunda da 165 ülke arasında 110'ncu sıradayız. İş yapma kolaylığındaki iyileşme konusunda da çok önemli mesafe kaydedildi ama henüz 71'nci sıradayız” diyerek, her bir konuya ayrı ayrı eğilme zarureti olduğu görüşünü söyledi.
Ateş, İstanbul'un bu konudaki artılarını da şöyle sıraladı:
“Ataşehir'de, New York ve Dubai'dekilerden daha büyük finans merkezi ayrıldı.
Piyasalar için ortak bir proje platformu oluşturuldu.
İlköğretim okullarından itibaren, müfredata finans dersleri sokulması gündemde.
Finans yüksek lisans ve doktora programlarının, dünyada öncü hale getirilmesi, öğrenciler için çekim merkezi olması çabası var.
Hukuk yönünden, tahkim merkezinin İstanbul'da kurulması çalışmaları sürdürülüyor.
Finans alanında uzmanlaşmış mahkemelerin hayata geçirilmesi çalışmaları var. SPK, TTK ve Borçlar Kanunu'nda değişiklikler var.
Yeni finansmanlara uygun düzenlemelerin getirilmesi, girişim sermayesi, yatırım fonu gibi yeni ürünlere yöneliş var.
Yabancı şirketler için Maliye Bakanlığı'ndan istenen izin de kaldırıldı.
Yeni finansal ürünlerde gelişmeler var. Henüz daha konuşma aşamasında ama faizsiz finansman araçları.
Vergide de Gelir Vergisi Kanunu'nun yeniden yazımı söz konusu ve BSMV başta olmak üzere aracılık maliyetlerinin azaltılması yönünde çalışmalar var.”
İstanbul'un bölgedeki en büyük finans merkezi adayı olduğunun altını çizen Hakan Ateş, “Sonuç itibariyle İstanbul'u güçlü artıları var. Eksiklikler belli. Bu konuda neler yapılması gerektiği de ortada. Kapsamlı çalışmaların başlamış olması, son derece cesaretlendirici. Bunlar yapıldığında, İstanbul'u 2023'te en büyük 10 finansal merkez arasında görebileceğiz” açıklamasında bulundu.
Dubai finansında 8 Türk yönetici var
Dubai'de gayrimenkul sektörüyle ilgili şeffaflığı artıracak olan finansal araştırma sektörünün lisanslarını verdiğini belirten Reidin.com CEO'su Ahmet Kayhan, önceki görevi nedeniyle de çok sık olarak finansal merkezleri ziyaret etme fırsatı bulduğunu belirtti. Dubai'de London Financial Centre Of Turkey'in üst düzey CEO'su dahil olmak üzere 8 tane Türk yöneticisi olduğunu belirten Kayhan, “Bugün 1 milyon 200 bin metrekarelik kullanılan bir alan var. Bunun yüzde 80'i ofis ve yüzde 80-90'ı tamamlanmış. İçerisinde konutlar da var. Kendi tapu kadastro dairesi, mahkemeleri, uluslararası tahkim merkezi olan. Nasdaq Stock Exchange, Dubai'nin borsasını satın aldı. Böylece Dubai'de işlem gören herhangi bir şirket, Nasdaq aracılığıyla otomatikman New York'ta da işlem görüyor” dedi.
Arap baharında fırsat kaçırdık
Arap baharında bir fırsatın kaçırıldığını düşünen Ahmet Kayhan, 2010 yılı başında başlayan hareketlenme vardı. Finans merkezi özellikle Bahreyn'den Dubai'ye geçiş başlamıştı. Ama 2011 Ocak'taki Bahreyn'deki ayaklanmadan sonra 6 ay içinde 20-25 bin tane bankacı Dubai'ye taşındı. Operasyon merkezleri, devlet server'leri hepsini DIFC'ye taşıdılar. DIFC, onları taşıyacak olan altyapıyı 3-4 ülke için kurdu. O kadar hızlı bir momentum sağladı. Bahreyn'i kendine çektiler. Bu müthiş bir gelişme. Bahreyn, Dubai'den daha eski ve daha önde olmasına rağmen İslami banka merkezi olarak Dubai'nin en az 15 yıl ilerisinde olan bir ülke olmasına rağmen 6 aylık süre içinde 25 bin bankacısını Dubai'ye kaptırdı. Bu bizim için de bir fırsattı. Çünkü onun yerine o zaman finans merkezi burada olsaydı tahmin ediyorum ki o bankacıların büyük bir kısmı buraya gelirdi. Bu bizim için değerlendirilebilecek bir fırsat olabilirdi. Maalesef bunu değerlendiremedik” şeklinde konuştu. Kayhan, İslami finansman araçlarını da çok iyi değerlendirmek ve geliştirmek gerekliliğine de değindi.
İstanbul'un büyük avantajları var
Bir şehrin finans merkezi olması için belli özelliklerin, 3 alanın bulunması gerektiğini belirten Immofinanz AG Gayrimenkul Yatırım Müdürü Marco Kohla, Mrics, “Uluslararası finansal merkezleri, omurgalarını oluşturan büyük iç ekonomilere sahipler. Bu yaklaşımı İstanbul'a adapte etiğimizde zaten bu kriterin yerine getirildiğini görüyoruz. Büyük ekonomi var ve çok hızlı bir şekilde büyüyor. Asya'dan oldukça öndesiniz. Çok güçlü ve gittikçe daha güçlü hale geliyor. İstanbul'un bu anlamda finansal merkez olması konusunda herhangi bir engel yok. Diğer konu ise derin ve likit finansal pazarların bulunması. İstanbul'da bu pek yerine gelmiş kriter değil. Diğerleri ile karşılaştırıldığında günlük ticaret hacmi oldukça düşük. Ve halihazırda İstanbul'da finansal merkez olmasına yeterli derinlikli likit pazar mevcut değil. Büyük eski Türk bankaları kendi merkezlerini burada oluşturmuş durumda. Bu anlamda Türkiye'de zaten İstanbul bir numara. Ama çok da fazla yurt dışından gelen uluslararası bankalar yok. Uluslararası bankaların özellikle İstanbul'da yerleşik hale gelmelerini sağlamak gerekiyor. Bir diğer kriter ise; siyasi istikrar. Bu açıdan baktığınızda bununla alakalı olan insan kaynakları çok önemli. Bunlar tabi İstanbul'a önemli avantajlar getiriyor. Demografik özelliklerini dikkate aldığımızda kendine özel bir durumda. Türkiye'ye baktığımızda büyük bir genç nüfus var. Önemli potansiyel arz ediyor” dedi.
Finansal Merkez indeksi ile alakalı üç önemli konu bulunduğuna da değinen Marco Kohla Mrics, “Bunlardan biri konnektivite, yani bağlantısallık. Dünyanın diğer merkezlerine bu merkezden bağlantı kurulabilmesi. Buradan oraya seyahat edilebilir kolaylığı. Onlarla hızlı şekilde iletişime geçilebilme kolaylığı. Bu da yerine getirilmiş bir kriter. Diğer önemlisi ise sizin zaten THY gibi önemli ödül kazanmış havayollarına sahipsiniz. Dolayısı ile İstanbul'un, hem bölgeye, hem de dünyaya bağlantısında bir sorun yok. Bu, pek çok ülkenin sahip olmadığı bir özellik. Çeşitlilik konusuna baktığımızda ne kadar farklı iş dalları var? Farklı iş dallarında alanlarında neler var? Bu da gerçekten iyi şekilde Türkiye'nin doğru yolda gittiğini gösteriyor. Avrupa Finans Merkezi indeksine göre; henüz İstanbul'un 61'inci sırada olduğunu görüyoruz, potansiyel çok yüksek” şeklinde konuştu.
Yatırımcı gözüyle de “İstanbul muhteşem bir şehir”
“İstanbul, acaba bu bölgede bir finans merkezi haline gelebilir mi? Abu Dabi, Doha, ile rekabet edebilir mi?” sorusuna da “Evet” yanıtını veren Marco Kohla, Mrics, “Size muhteşem bir şehir olduğunu söylediğimde, yeni bir şey söylemiş olmayacağım. Ama bir yatırımcının, İstanbul'u nasıl gördüğünü söylüyorum. Haritaya baktığınız zaman en merkezi yer. Böylece Orta Asya devletlerine, Ortadoğu hatta Romanya ve Bulgaristan'a çok hızlı şekilde ulaşabiliyorsunuz. 4 saat içinde tüm merkezlere ulaşabiliyorsunuz. Bu gerçekten çok önemli bir avantaj. Pek çok şehir bu merkezi konuma sahip olamayabiliyor. Ticari kültür, tarih açısından hiçbir engel yok. Ticaret açısından İstanbul, hem Türkiye'nin, hem bölgenin merkezi. Buna ek olarak tabii çok iyi bir yapısal çerçeve var. Hem kamu, hem özel sektör borç seviyesine baktığımızda, AB üye devletleri arasında yeni ortaya çıkan borçlanmaya baktığımızda, Türkiye'nin durumu gayet oturaklı ve güçlü görünüyor. İstanbul bu anlamda daha gelişebilir bir potansiyele sahip. Küçük bir sermaye piyasası var. Bunun uluslararası seviyeye erişmesi için daha gelişmesi gerekiyor. Altyapı eksikliği trafik problemi. Kamu ulaşım sistemlerinin biraz daha geliştirilmesi gerekiyor. Makroekonomik seviyedeki cari açık, önümüzdeki dönemde engel teşkil edebilir. Ama hızlı şekilde gelişmekte olan pazar olarak bu normal” diyerek, hem finansal hizmetlerde, hem sermaye piyasalarında gittikçe artan bir talep olmasını ise fırsatlar arasında gösterdi.
Başka ülkelerde bu konuma gelmek isteyen şehirlerin varlığına da dikkat çeken Marco Kohla, Mrics, Körfez ülkeleri, Abu Dabi, Dubai gibi şehirleri işaret etti. Marco Kohla Mrics, Moskova'nın da finansal merkez haline gelebilmek için çok önemli çaba sarf ettiğini, ancak İstanbul kadar kuvvetli duruma sahip olmadığını belirtti.
İstanbul'un dikkat etmesi gereken noktaları da vurgulayan Marco Kohla Mrics, “Hem siyasi hem ekonomik istikrarı koruması ve güçlendirmesi gerekiyor. Aynı zamanda altyapısının yeterli şekilde oturtulması, geliştirilmesi gerekiyor. Ek olarak vergi alanında idari çerçevenin genişletilmesi önemli” tavsiyelerinde bulundu.
İstanbul Finans Merkezi bir ‘amaç' değil, bir ‘süreç' olmalı
İstanbul Finans Merkezi Projesi ile AB sürecini çok benzettiğini söyleyen Attila Köksal, farklı bir bakış açısıyla “Bu süreç içinde piyasalarımızı geliştirmek, finans sistemimizi daha güçlendirmek, kadrolarımızı güçlendirmek ve dünya standartlarında bir finans sektörü yaratmak olmalı. Bu olunca zaten finans merkezi olmamız doğal olarak gelecektir. İstanbul Finans Merkezi bence bir amaç değil, bir süreç olmalı” dedi.
Bu konuda bir numaralı konunun nitelikli işgücü olduğunu da söyleyen Köksal, bu konuda özellikle yatırım bankacılığı, sermaye bankacılığı tarafında ciddi eksiklik olduğunu ileri sürdü.
Son 3-4 yılda SPK, İMKB, Aracı Kuruluşlar Birliği, Kurumsal Yatırımcılar Derneği, GYODER, Merkezi Kayıt Kuruluşu, TAKASBANK gibi kuruluşların ciddi bir uyum içinde sermaye piyasasının gelişmesi için çalışmalar gerçekleştirdiğine de dikkat çeken Köksal, yürütülen Halka Arz Seferberliği'ne dikkat çekti.
İMKB'nin şirketleşmesi ve daha sonra da özelleştirilmesinin gündemde olduğunu belirten Köksal, “İMKB'de şirketleşme çalışmaları başladı. Ancak özelleştirilmesinin İMKB biraz daha büyüdükten sonra yapılması daha doğru olur diye düşünüyorum” diyerek, ürün çeşitliliğinin arttırılması konusunda hem sabit getirili menkul kıymetlerde, hem de gayrimenkul bağlantılı menkul kıymetlerde önemli gelişmeler olacağını belirtti.
Hükümet değil, devlet politikası olmalıdır
İstanbul'un Finans Merkezi olması fikrinin Turgut Özal'a kadar dayandığını belirten İTİCU Sosyal Bilimler Enstitüsü Müdürü, Mali İşler Koordinatörü Prof. Dr. Yusuf Tuna, son dönemde ise konuyla ilgili ortaya koyulan irade ve hazırlanan eylem planı nedeniyle hükümete teşekkür etti. Türkiye'nin potansiyelinin yüksek, rakiplerine göre de birçok avantajları bulunduğunu belirten Tuna, “İstanbul'un coğrafi mekanı da çok önemli. Ama tabii ki siyasi, politik, ekonomik istikrarı da göz ardı etmemek lazım. Bu devlet politikası olmalıdır. Hiçbir zaman hükümet veya iktidarlarla ya da yöneticilerle değişen bir şey olmamalıdır” dedi.
Oturum Başkanı Prof. Dr. Nazım EKREN ise konuşmaları; “İstanbul Finans Merkezi projesi, 2009 yılında açıklandı. Önce Yüksek Planlama Kurulu Kararı, daha sonra Başbakanlık Genelgesi ile yürürlüğe girdi. İki rapora vurgu yapılıyordu. Bir tanesi Gelişim Raporları. Yılda iki defa eylemlerin hangi aşamada gerçekleştiğini, nelerin yapılabildiğini veya nelerin yapılması gerektiğini toplumla paylaşılması gereken bir raporlama süreci. İkinci raporlama süreci de Görüş Dönemi Raporu adını verdiğimiz, idari yapılanmada yer alan kurumların kendi arasında eylemleri hangi aşamaya getirdiklerini ifade eden, daha çok hizmet içine hitap eden özel bir raporlamaydı. Burada da ifade edildi; ‘İstanbul Finans Merkezi projesi, sadece İstanbul'un değil, sadece Türkiye'nin değil, belki de bölgenin önemli projelerinden bir tanesi. Dolayısı ile bu projenin de belirtildiği şekilde eylemlerine uygun yürümesinin, tarafların tümü için de yararlı olacağını söyleyebiliriz. İstanbul Finans Merkezi Projesi, elbette finans sektörünün gücünden kaynaklanan bir proje. Türkiye'de finans sektörü, en önemli sektörlerden bir tanesi. Bu aşamaya gelene kadar bir dizi süreç geçirdi. Ama en önemli süreç, düzenleme ve denetleme mekanizmasının kurulması ile burada ifade ettiğimiz tartıştığımız bir İstanbul Finans Merkezi Stratejisi ve Eylem Planı idi. Benzer yaklaşımla gayrimenkul sektörü için de şunu söylemek mümkün... Özellikle kentsel dönüşümün başlamasından sonra, ülkemizde önümüzdeki dönemde servetin ve gelirin önemli kısmının bu sektörden oluşacağını söyleyebiliriz. Dolayısı ile bu sektörün de küresel krizde olanları dikkate alıp, bütüncül bir yaklaşımla bir düzenleme ve denetleme mekanizmasının oluşması, hem olası kaynak israflarını azaltacak, hem de servetin oluşmasında ve tasarrufların yeniden yapılanmasında küresel örneklerde olduğu gibi ülkemize de katkı sağlayacaktır. Belki bu çerçevede üzerinde durulması gereken bir diğer konu; gayrimenkul sektörü ile ilgili evrensel bir düzenleme, denetleme mekanizması yanında, önümüzdeki değişim ve kentsel dönüşümün yapılacağı bu süreçte, bununla da ilgili strateji ve eylem planı oluşturulması, işlerimizi hem kolaylaştıracak, hem de hedefe daha kolay varmamızı sağlayacaktır” şeklinde özetledi.
STK'LAR GAYRİMENKUL SEKTÖRÜNÜ MERCEK ALTINA ALIYOR
GYODER Başkanı Işık GÖKKAYA yönetiminde gerçekleştirilen “STK'lar Gayrimenkul Sektörünü Mercek Altına Alıyor” başlıklı ikinci günün ikinci oturumunda ise KONUTDER Yönetim Kurulu Başkanı Ömer Faruk ÇELİK, İNDER Yönetim Kurulu Başkanı A. Nazmi DURBAKAYIM ve TDUB Yönetim Kurulu Başkanı Bekir Yener YILDIRIM, farklı açılardan sektörü değerlendirdiler.
Kat Mülkiyeti Kanunu bir zamanlar kurtarıcıydı, şimdi engel
Türkiye'nin gelişirken master planlarının olmamasından kaynaklanan çarpık kentleşme ve büyükşehirlere göçle mevcut manzaranın oluştuğuna dikkat çeken Nazmi Durbakayım, “Şehir ne tarafa doğru gelişecek? Merkezler neresi olacak? Hep bunlar tartışıldı, ama bir plan yapılmadı. Halbuki en kötü plan, plansızlıktan çok daha iyi. Şimdi geldiğimiz noktada bir milat çizip, ‘kentsel dönüşüm' adı altında bu çürük yapı stoklarından kurtulmak, doğru dürüst bir şehir yapısına kavuşmak istiyoruz” dedi. Durbakayım, bir zamanlar kurtarıcı olan Kat Mülkiyeti Kanunu'nun, bugün gelinen noktada kentsel dönüşümün önünde bir engel olarak durduğunu vurgulayarak, bu konuda yapılacak düzenlemelerin önemine dikkat çekti.
Depremi yaşadıktan sonra zaten bunların hiç birine lüzum kalmayacak
2B ve Afet yasası ile ilgili de ‘bardağın boş tarafından bakanlara' eleştiri getiren Nazmi Durbakayım, “Daha kanun çıkmadan, ‘bu kanunu nasıl çalıştırmayız?' diye hazırlık yapılıyor. Şimdi artık bunları bırakmak gibi zaten böyle bir lüksümüz de yok. Beklenen bu depremi yaşadıktan sonra, zaten bunların hiç birine lüzum kalmayacak. Üç kanun; Mütekabiliyet, 2B ve Afet Yasası. Bu kanunların sadece kanun yapanlar tarafından değil, sivil toplum örgütleri, halk tarafından da sahip çıkılıp benimsenmesi, varsa aksayan tarafları bunların raporlar halinde yetkili mercilere verilmesi gerekir” dedi
Yabancılar konusunda müşavir firma modeli
Yabancılara gayrimenkul satışı ile ilgili; sigortasını da garantisini de finansmanını da bulan müşavir firmaların olacağı modelin, kanun paralelinde gelmesi gerektiğini belirten Durbakayım, “Şimdi yabancının kuyruk olduğundan bahsedemeyiz. Yabancının gelmesi için bir takım şartların da beraberinde oluşması lazım. Bu şartları, artık bizlerin, sektörde olanların çalışıp, raporlar halinde sunmamız lazım. Yoksa kanunlar, sadece belirleyici ana kurallarla çıkar. Diğer taraflarını, kanunun kullanıcıları yorumlayacak ve işler haline getirecek. Siz bunu ters düşündüğünüz vakit çalışmaz hale getirirsiniz” diyerek, söz konusu durumun Afet Yasası için de geçerli olduğunu vurguladı.
Taviz veren sürekli firmalar oluyor
Belirsizliklerin her sektörü rahatsız ettiğini, ancak inşaat – gayrimenkul sektörünün vasıfsız iş gücünü de kullanan, lokomotif sektör olduğu için kimsenin itiraz etmediğini de belirten Durbakayım, ruhsat ve vergi konusundaki sıkıntılara da değinerek, uzun vadeli bu süreçlerde sürekli firmaların taviz vermek zorunda kaldıklarını belirtti. A. Nazmi Durbakayım, Türkiye ekonomisinin lokomotifi gayrimenkul sektörünün, daha iyi durumda olması, istihdamı daha da arttırması ve cari açığı azaltmada daha etkin olması isteniyorsa, bu sorunların çözümlenmesi gerektiğini söyledi.
Kentsel dönüşüm, fanteziden öte bir şey
Türkiye'de kentsel dönüşümün yapılabilmesini “fanteziden öte bir şey” olarak tanımlayan Ömer Faruk Çelik, “7 milyon konutun yıkılıp yapılması demek; 20 yıla yayarsak senede 350 bin konutun yıkılıp yeniden yapılması demek. 120 metrekare ile çarpıyorum; 342 milyon metrekare yapıyor. 42 milyar liralık bir bütçe lazım. Şimdi bu 42 milyar liralık bütçeyi, hazinenin karşılama şansı hiç yok maliye zaten karşılamaz. Ama çıkan yasada, ‘özel sektörün, kamunun hangi görevleri yapacak?' belli olmadığı için, biz şimdi şunu yapacağız: Gecekondulardan birini yıkacağız, ‘kentsel dönüşüme başladık' diyeceğiz, bizim ömrümüz yeter inşallah. 30-40 sene sonra yeni bir hükümet gelecek, ‘kentsel dönüşüm yapmalıyız' diyecek. Çünkü bugünkü yapı stokunun bir kısmı da, 30 sene sonra kentsel dönüşümün bir parçası olacak. Şimdi yasa çıkıyor, ben inceliyorum, arkadaşlarımın hepsi inceliyor; yasa bir milat. Evet olması lazım. Ama kentsel dönüşüm ya da inşaat sektörü kendi başına pek çok değerleri, pek çok misyonları ve pek çok problemleri içeriyor. Kaygan zeminde iş yapılıyor. Hep diyoruz; ‘aldığımız ruhsat müktesebat değil', ‘belediyenin verdiği imar planları müktesebat değil' İnşaata başlıyorsunuz, birileri imar planını değiştiriyor ya da bir basın mensubu bir yazı yazıyor, diyor ki ‘siluet problemi var burada'. Hemen İstanbul'un siluetine bakıyoruz... Sektör bu gerilim içerisinde riskler alıyor. Yaptığımız her binanın riskini biz alıyoruz; arsa parasını biz ödüyoruz, inşaat maliyetinin riskini biz çekiyoruz, satış riskini de biz yaşıyoruz ve yine de bir sallantı olsa, en büyük sıkıntıyı biz yaşayacağız. Bunu gidiyoruz konuşuyoruz, derdimizi anlatıyoruz, ama herkes işi bizden daha iyi biliyor. Ben muhasebeci mantığı ile oturuyorum rakamları alt alta koyuyorum; sadece evleri yıkıp yapmak için 42 milyar lira para lazım. Bu projeleri satmak için; inşaat sektörünün satış adetleri de düşmeye başladı. Mortage kredileri de düşüyor. Konut kredi faizleri yükseliyor, krediler azalıyor, satışlar yavaşlıyor. Ama bir bakanlık çıkıyor, katma değeri değiştirmeye çalışıyor. Bir bakanlık çıkıyor, ‘afet yasası çıkınca her şey düzelecek' diyor, ya da Meclis'ten yabancıya mülk satışı onaylandığında, her şey bitmiş sayılıyor. Bu kadar olunca biraz fantezi geliyor” açıklamalarında bulundu.
2B, ‘inşa edilenlerin, devletle barışması'
Türkiye'yi sevdiğini belirten Ömer Faruk Çelik, “Ama sektör olarak da şunu anlatmak istiyoruz; diyoruz ki ‘Bizim problemlerimiz var, bunun için bize biraz sevgi gösterin, biraz şefkat gösterin. Ama bizi masaya oturttuğunuzda, bunları tartışalım'. Aksi halde, kentsel dönüşüm de olamayacak uzun vadede. Aksi halde 2B de bu sektöre çok bir canlılık getirmeyecek. 2B'yi genelde ‘inşa edilenlerin devletle barışması' diye düşünüyorum. Bu arazilerin üzerinde zaten ev var, inşa edilmiş semtler var, tarım arazileri var. Bu, kamuya bir gelir getirecek. Ama devletin vatandaşıyla barışması kanunu, ama mütekabiliyet kanunu da, afet yasası da sektör için önemli. Bunu yapabilmek için, mutlaka çok çalışıp, çok istişare etmemiz lazım. İstişare diyoruz, ama dönünce de ‘ben her şeyi biliyorum, benim dediğim doğru' deniliyor” şeklinde konuştu.
Gerçek fiyat, ancak alım satım gerçekleştiğinde ortaya çıkar
Kentsel dönüşüm konusunda ‘fiyat ve değer', ‘gayrimenkul ve kentsel dönüşümle ilgili bilgi kümesi', ‘finansı' ve ‘sosyal çevresel etki' ya da ‘sürdürülebilirlilik' olarak 4 ana unsurun çok önemli olduğunu belirten Bekir Yener Yıldırım, “Antik çağlardan beri, insanda kazıklanma duygusu vardır. Asla alıcı da satıcı da ikna olamaz. Çünkü fiyat, aslında ancak alım ve satım gerçekleştiğinde ortaya çıkıyor. Biz de gayrimenkul sektörü olarak, tartışmaların odağındayız. Gayrimenkul varsa değer var ve değer tartışması hep var. Teknik olarak kentsel dönüşüme baktığımızda; bu dört kümeden belki de en rahat olunan ‘değer tespitini yapabilmek'. Türkiye'de artık, ‘gayrimenkulü teknik olarak değerlendirememe' gibi bir durum yok. ‘Kentsel dönüşüm, bir uzlaşma meselesidir' denildi. Uzlaşmak için de, değerde de uzlaşmamız gerekiyor” dedi.
Keşke finans kısmı biraz daha düşünülseydi
Sektörün bilgi kısmında çok açık bulunduğunu belirten Yıldırım, “Hem kentsel dönüşümün ne olduğunu insanların bilmediğini de görüyoruz, ayrıca bir bilgi eksikliğimiz var. Bu, eğitimlerden endekslere, Türkiye'nin değer haritasından gayrimenkulün finansmanına bu açığımızı hızla kapatmamız gerekiyor. Çok az endeks var. Merkez Bankamız çok yeni bir konut endeksi başlattı. Bunun ötesinde çok fazla bilgi üreten, düşünce ürüten kuruluşlarımız yok. Sivil toplum kuruluşlarının da hızla artması gerekiyor. O zaman daha sağlıklı kentsel dönüşüm yapabiliriz. Sermaye piyasası kökenli biri olarak, yasayı çok desteklemekle beraber, pozitif bakmak istiyorum, ama keşke finans kısmı biraz daha düşünülseydi. Çünkü eğer standartlaştırmayı yapabilirsek, bu projelerde çok güzel bir menkul kıymetleştirme olabilirdi. 400 milyar dolar telaffuz ediliyor. Bunu bir yabancı kaynak olmadan yapmanız mümkün değil. Dolayısıyla GYODER'in, İMKB ve SPK işbirliği ile planladığı road show var. Bunu, sadece kentsel dönüşüm için düşünmemek gerekiyor. Türkiye'de gayrimenkul sektörü, lokomotif gibi milli gelirin en önemli unsuru. Dolayısıyla finans da, kentsel dönüşümün en etkili unsurlarından biri olacaktır” şeklinde konuştu.
ULUSLARARASI YATIRIMCILAR NEDEN TÜRKİYE'Yİ TERCİH EDİYOR?
T.C. Başbakanlık Yatırım ve Destek Ajansı Başkan Yardımcısı Arda Ermut'un konuşmasının ardından başlayan “Uluslararası Yatırımcılar Neden Türkiye'yi Tercih Ediyor?” başlıklı günün üçüncü oturumu ise, ULI Başkanı Haluk SUR yönetiminde gerçekleşti. Birleşik Arap Emirlikleri'nin en büyüklerinden Tharaa Holding Yönetim Kurulu Başkanı Tariq RAMADAN, dünyanın en büyük 50 fonundan biri olan Abraaj Capital'in birinci adamı Faisal KHAN, dev yatırımlarıyla tanınan Mısır'dan Oriental Petrochemicals Company Kurucu Ortağı Karim HELAL, Malezya'nın en büyük GYO'larından Axis Reit CEO'su, sukuk ve İslamic GYO'lar uzmanı Stewart LaBROOY, yabancı gözüyle Türkiye gayrimenkul sektörünü değerlendirdiler.
TOKİ ve KİPTAŞ'ın sosyo ekonomik dönüşümde büyük payı var
12. Gayrimenkul Zirvesi ve ISTANBUL REstate Gayrimenkul Fuarı'nda konuşan Başbakanlık Yatırım ve Destek Ajansı Başkan Yardımcısı Arda Ermut, Türkiye'nin, ekonomik kalkınmayı vatandaşlarının yaşam standartlarındaki gelişim ile ölçtüğünü belirterek, “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına daha nezih, daha kaliteli ve daha medeni bir yaşam ortamı sunmak için gayrimenkul sektörüne büyük bir önem vermektedir. Ekonomik kalkınmanın doğal sonucu olarak hızla şehirleşen Türkiye, kentsel dönüşüm ile şehirleşmeyi nitelik ve nicelik açısından daha iyi bir konuma getirmeyi amaçlamaktadır” dedi.
TOKİ'nin bu amaçla kurularak çok iyi sonuçlar elde ettiğini vurgulayan Ermut, “Yine bizim ajansımız gibi aynı zamanda doğrudan Sayın Başbakanımıza bağlı olan TOKİ'nin yaptığı çalışmalar sadece yurt içinde değil yurt dışında da takdirle karşılanmaktadır. TOKİ ve KİPTAŞ gibi kurumlarımız Türkiye'nin sosyo ekonomik dönüşümünde önemli bir rol oynamaktadır. Bu bağlamda Türkiye, bir yandan içerde sosyo ekonomik dönüşüm yaşarken, bir yandan da küresel ekonomiye daha fazla entegre olarak sosyo ekonomik dönüşüme farklı bir çehre kazandırmıştır” şeklinde konuştu. Konuşmasında, gayrimenkul sektörünün Türkiye ekonomisindeki yerinin tartışılmaz olduğunu belirten Ermut, “Gayrimenkul sektörü oluşturmuş olduğu katma değerin yanı sıra istihdam anlamında da Türkiye ekonomisine büyük katkılar sağlamaktadır. Bir yandan ekonomik kalkınmaya katkı sağlarken, bir yandan da ekonomik kalkınma ile beraber sektör daha da gelişerek cazip imkanlar sunmaktadır. Türkiye ekonomisinin özellikle son 9 yılda geçirmiş olduğu dönüşümle birlikte, Türkiye gayrimenkul sektörü de halen devam eden ciddi bir dönüşüm geçirmiştir”
Türkiye yabancılar için en cazip gayrimenkul pazarı
Mütekabiliyet yasasının devam eden dönüşümün en büyük kanıtı olduğunu ifade eden Ermut, “Mütekabiliyet yasasıyla beraber zaten dünyanın en cazip gayrimenkul yatırım mecralarından biri olan Türkiye, daha cazip bir konuma gelmiş olacaktır. Merkezi ABD'de bulunan Gayrimenkul Yabancı Yatırımcılar Derneği'nin yapmış olduğu ankete, Türkiye 2012 yılında dünyada gelişmekte olan ülkeler arasında en cazip üçüncü gayrimenkul pazarı olarak tespit edilmiştir. Yine, Gayrimenkulde Gelişen Trendler 2012 adlı rapora göre, İstanbul mevcut yatırımlar, yeni yatırımlar ve geliştirme alanlarının hepsinde Avrupa'da birinci sırada yer almıştır. Uluslararası gayrimenkul yatırımcıları arasında yapılan anketler, geleceğe yönelik beklentileri yansıtırken, geçmişe baktığımızda da uluslararası yatırımcıların beklentilerinin çok da boş yere olmadığını göstermektedir. Biz tabi yatırım ajansı olarak, özellikle doğrudan yabancı yatırım rakamlarını takip eden kurumuz. Bu nedenle, bir noktayı vurgulamakta fayda var. Türkiye en son 2002 yılına kadar bütün tarihinde toplam 15 milyar dolar yatırım çekmiş bir ülkeydi. Fakat gerçekleştirilen reformlar, yatırım ortamında yapılan iyileştirmeler ve aynı zamanda bir anlayış değişikliği ile birlikte Türkiye'nin son 9 yılda çekmiş olduğu toplam doğrudan yabancı yatırım miktarı 110 milyar dolara ulaştı. Dolayısıyla yine son 9 yılda Türkiye'nin gayrimenkul satışlarından da yaklaşık 20 milyar dolar uluslararası doğrudan yatırım elde edildiğini görüyoruz. Diğer yandan gayrimenkul ve kiralama hizmetleri yaklaşık 3 milyar dolar uluslararası doğrudan yatırımı çekerken, inşaat sektörü ise 2 milyar dolar yatırım çekmiştir. Bu rakamlar artış eğilimi göstermeye devam etmektedir. Aynı şekilde bu gün yaklaşık 5 bin uluslararası sermayeli firma ve Türkiye'de gayrimenkul ve kiralama hizmetlerinde faaliyet gösterirken yaklaşık 3 bin uluslararası şirket de inşaat sektöründe faaliyet göstermektedir. Yine aynı süre içinde 2003 yılında uluslararası ve yabancı sermayeli firmaların Türkiye'de sayısı 5 bin iken, 2012 yılına geldiğimizde bu rakamın 30 binlere ulaştığımızı görüyoruz. Demek ki gayrimenkul sektöründeki yatırımcılar da bu 30 bin rakamının içinde yer alıyor. İnanıyorum ki yeni yasal düzenlemelerle birlikte bu yatırımlar daha da artacak ve Türkiye ekonomisine bir çok farklı açıdan katkı sağlamış olacaktır. Mütekabiliyet ile birlikte bir yandan ülkeye kalıcı döviz girerken bir yandan da sektörün gelişimine ciddi katkı sağlanacağını belirten Ermut, “Mütekabiliyet yasasının büyük düşünen Türkiye'nin İstanbul finans merkezi projesine de önemli katkılar sağlayacağına inanıyoruz. Zira İstanbul finans merkezi vesilesi ile İstanbul'a gelmiş olacak yatırımcılar, mülk edinmek isteyecektir. Bu yasa değişikliği ile Türkiye büyük bir adım atarak uluslararası yatırımcılara güven telkin ederken, bir yandan bu konuda da ne kadar ciddi olduğunu açık bir şekilde ortaya koyacaktır” şeklinde konuştu.
Yeni bir dönemin eşiğindeyiz
Zirve'de ikinci günün 3'ncü oturumunu açan Haluk Sur, dünyada mülkiyet kavramının son 50 senedir hızlı bir değişim yaşadığını ve özellikle bilgisayar teknolojilerinde yaşanan sıçramaların bu gelişimin temposunu artırdığını belirterek, “Bu gelişmelerle birlikte dünya giderek küçük bir gezegene döndü. Özellikle 2000-2008 yılları arasında sınır ötesi yatırımların hızlı seyrettiğini ve dünya ekonomisinin daha hızlı büyüdüğü görüyoruz. Bu zaman zarfında dış yatırımlarda patlamalar yaşandı. Bizim sektörümüz açısından birkaç örnek vermek gerekirse özellikle 2000 yılından başlayarak 2004, 2005, 2006, 2007 yıllarında kurumsal gayrimenkul yatırımlarının tutarı global olarak dünya ölçeğinde 500-600-700 hatta 750 milyar dolara kadar çıktı. Ve bunların yaklaşık olarak yüzde 50 den fazlası sınır ötesi yatırımlardı. 2008 krizi gelip kapıyı çaldığında, artık iki küresel olgu karşımızdaydı. Bir tanesi küresel ekonomik kriz ve sürdürülebilir olmayan politikalar diğeri ise üretim modelleri ve teknolojileri nedeniyle küresel iklim değişikliği. Tabi bu hızlı dünyadaki 50 yıllık dönüşüm ve değişim sırasında bizim sektörümüz açısından da birtakım değişiklikler oldu. En önemli değişikliklerden bir tanesi, kuruluşu ikinci dünya harbi öncesine kadar giden gayrimenkul yatırım ortaklıklarının ortaya çıkışı. Şimdi artık yeni bir dönemin eşiğindeyiz” dedi.
Gayrimenkul yatırımı krize karşı bir kalkan
Amerika'da Gayrimenkul Yatırım Ortaklıkları'na tanınan vergi muafiyeti teşviklerinin sektörün önünü açtığını belirten Sur, “80'li yıllardaki bu teşvikle birlikte GYO dünyada giderek yükselen bir değer haline dönüşmeye başladı. Tabi en önemlisi gayrimenkul, likit olmayan kolay paraya ve sermaye piyasaları aracılığı ile likit hale dönüşen hisse senetleri şeklinde borsalarda alınıp satılmaya başladı. Gayrimenkulün bir anlamda ruhu değişti. Bu süreç aslında kriz döneminde de devam etti. Epra'ya dayalı rakamlara göre 2007 yılı Haziran ayında dünya borsalarının büyüklüğü yaklaşık 55 trilyon dolardı. Aynı dönemde kurumsal gayrimenkul yatırımlarının o günkü tutarı global olarak 17 trilyon dolardı. Borsaya kote gayrimenkul şirketlerinin piyasa büyüklüğü de yaklaşık 1,5 trilyon dolar civarında idi. Kriz zamanı her ne kadar bu sınır ötesi yatırımlarda düşüş yaşansa da kurumsal gayrimenkul yatırımlarında 2005, 2006, 2007 rüzgarı devam etmese de başka bir süreç yaşandı. 2011 sonu itibaryla bu rakamlar değişti. Dünya borsaları 44-45 trilyon dolar mertebesinde seyrediyordu. Krizden ötürü bir miktar düştü. Ama çarpıcı olan rakam bence burada kurumsal gayrimenkul yatırımlarının tutarı 24 trilyon dolara yükseldi. Yani 3-3,5 senelik süreçte 17 trilyon dolardan 24 trilyon dolara çıktı. Bu kriz ortamında bile gayrimenkulün ne kadar güven verici bir yatırım enstrümanı olduğu, krize karşı bir kalkan hüviyeti taşıdığı da ortaya çıktı. Ve borsaya kote olan şirketlerin büyüklüğü 2 trilyon doları aştı. Yüzde olarak da dünya borsaları içindeki büyüklüğü yüzde 2'lere 3'lere doğru yükseldi” dedi.
Türkiye'nin önünde çok büyük bir fırsat var
Bu sürecin Türkiye'de de devam ettiğini söyleyen Sur, “Aynı dönemde Türkiye'de birbiri ardı sıra gayrimenkul yatırım ortaklıklarının sayısı arttı. Bu gün itibarıyla yaklaşık 25 şirket borsaya kote durumda. Yine bu kriz ortamında Türk gayrimenkul tarihinin ve Türk sermaye tarihinin en büyük sermaye ihraçlarından, halka arzlarından bir tanesini, Emlak Konut Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı olarak yaşadık. Dünyada 2008 Eylül krizinden sonra yapılmış olan en büyük halka arz işi bizim sektörümüzde 1,8 milyar dolarla Amerika'daki Avustralya kökenli Greenfield Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı şirketine aitti. Emlak Konut'un halka arzı da dünyada ilk 10'a girecek şekilde aşağı yukarı 850 milyon dolarlık halka arz oluşturdu ve bu giderek piyasaya bir derinlik kazandırdı. Dış yatırımcılar açısından da gayrimenkul yatırım ortaklığı sektörünü borsada destekleyen bir hüviyet kazandırdı. Ve geçen 50 yıl bu şekilde hayatı, iş yapma alışkanlıklarını kökünden değiştiren, Gayrimenkul sektörü açısından gayrimenkulün ruhunu kökünden değiştiren bir süreç olarak algılandı. Bu gün gelinen noktada Türkiye'de en önemli konuların başında kentsel dönüşüm konuşuluyor. Gönül istiyor ki, bu yeşil dönüşüm olarak başarılabilsin. Enerji verimliliği yüksek olan binalar yapılabilsin. Türkiye'nin enerjiye ayırdığı kaynak para çok yüksek ve bu gün kurulu enerji kapasitesi 55 bin megavat seviyesinde. Bu rakamın gelecek 10-20 yılda 120, 125 bin megavat seviyesine çıkarılması planlanıyor. Bunun da parasal karşılığı 130 milyar dolar. Binalarda kullanılan enerji toplam enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde 45-50'si nispetinde. Burada yapılacak yüzde 30-35'lik bir tasarruf, Türkiye'de 130 milyar dolarlık enerji faturasını, 90, 100 milyar dolarlara doğru çeker ve sanki yeniden bir GAP projesi yapılmışçasına Türkiye'ye artı değer kazandırır. Zirve süresince, kentsel dönüşüm ile ilgili olarak en mütevazı rakamlarla 5,5 milyon konutun yenilenmesinden bahsedildi. Bunu 8 milyon olarak ifade eden de var. Bunun dışında yine kentsel dönüşümle ilgili gereken rakamın 400 milyar dolardan aşağı olmadığı konuşuldu. Bütün bunlar bir şeye işaret etti. Türkiye'nin önünde büyük bir mücadele, büyük bir sorun var. Ama çok da büyük bir fırsat var. Eğer bu 10-12 yıllık süreçte başarılabilirse, bugünkü Türkiye'nin üzerine bir Türkiye daha katabilecek. Ve tabi sorun yine dönüp dolaşıp bunu nereden finanse edeceksiniz sorusuna geliyor. Yaklaşık 750-800 milyar dolarlık bir ekonomide 400 milyar dolardan bahsediyoruz. Tabi kentsel dönüşüm bir yılda yapılacak bir şey değil. En iyi ihtimalle 10-12 yıl diye öngörmek lazım. Ama paranın nereden bulunacağını, yatırımcının nasıl cezp edileceğini ve özellikle bu kadar büyük bir iş hacminde ekonomik pastada sadece bunu yerel firmalarla değil yurt dışından gelecek olan yatırımcı, geliştirici firmalar ile finansör kuruluşlarla birlikte Türkiye'nin bunu başarabileceğinin altını çizmek lazım” dedi.
Türkiye'de potansiyel var ancak iletişim boşluğu doldurulmalı
Türkiye'ye zirve vesilesi ile ilk profesyonel ziyaretini gerçekleştirdiğini belirten Tariq Ramadan, “Fırsatların neler olduğunu anlayabilmek için bu ziyaret içinde pek çok araştırma yapma fırsatım oldu. Hem gayrimenkul hem de gayrimenkul dışı sektörlerde yatırımların neler olabileceğine baktım. Bizim şirketimiz özellikle gayrimenkul üzerine odaklanan bir şirket. Gayrimenkul alanında geliştirici bir şirketiz ve yatırım, pazarlama şirketimiz de var. Özellikle yeni projelerin pazarlanmasına odaklanıyoruz. Türkiye'de yatırıma yönelik rakamlar gösteriyor ki, çok yüksek bir talep var. Ancak yatırımcı olarak düşünülmesi gereken ciddi konular da var. Bunlardan biri kurdaki dalgalanmalar. Körfez ülkeleri de genellikle dolara odaklı çalışırlar. Dolayısı ile bizim hep doları izliyor olmamız gerekiyor. Türkiye'deki yüksek enflasyon oranını da düşünmek gerekiyor. Elbette bunun içim büyülü bir çözüm yok. Ancak şunu da biliyoruz ki; buradaki hükümet, uluslararası yatırımcıları çekebilmek için konuya çok ciddi yaklaşıyor ve çalışıyor.
Türkiye ile Ortadoğu ve Arap ülkeleri arasındaki iletişim boşluğunun ikili olarak ortadan kaldırabileceğine ve bir köprü kurulabileceğine inandığını belirten Ramadan, “Bu iletişim boşluğu için çalışılırken özellikle bir dil sorunu yaşanıyor. Türkiye'nin bu anlamda yabancı yatırımcıları teşvik etmesi için daha fazla dışarı çıkması gerekiyor. Buna benzer bir zirve bizim ülkemizde de yapılıyor. Ama daha ziyade uluslararası yatırımcılar İngilizce konuşmalı ve daha fazla dil paylaşımı olmalı. Arapça konuşulmalı. Devlet kurumları bununla ilgili çalışmaya başlamış sanırım. Umuyoruz ki; bunun da sonuçlarını yakında görürüz” dedi.
Fırsatları kullanmak için köprüler kurulmalı
Dil konusunun yabancı yatırımcıların çekilmesi için önemli bir konu olduğunu vurgulayan Ramadan, “Diğer bir konu ise şeriat veya islami yatırım araçlarına yönelmiş olan körfez bölgesinde geniş bir yatırımcı segmentinin varlığının bilinmesi. Bu yatırımcıları diğer bir yolu da bu tür araçları Türkiye'de de oluşturmak. Böylece tüm sektörlerde yatırımı kolaylaştırmak mümkün olabilir. Gayrimenkul dışında bir diğer fırsat ise inşaat sektörü olarak görünüyor. Bu konuda Türkiye'nin gerçekten çok iyi bir Know-How'a sahip olması gerekiyor. Türkiye, altyapı, gaz, petrol ve elektrik santralleri inşaatı konusunda tecrübe ihraç edebilir. Arap baharı sonrasındaki bu dönemde özellikle de Orta Asya'ya tecrübe ihraç edilebilir. Ancak yine burada da iletişim konusu çok önemli. Kesinlikle güçlendirilmeli ve köprüler kurulmalı diye düşünüyorum. Bu fırsatları kullanabilmek için arada köprüler kurulmalı” dedi. Türkiye'nin emlak yatırımı için bir fırsat olduğunu da söyleyen Ramadan, “Kesinlikle ortada bir fırsat var. Türk ekonomisinin bütün çekici yanları müthiş bir fırsat sunuyor. Ancak yatırımcılar ve yatırım danışmanları olarak bizim açımızdan fırsatlar değerlendirilirken bazı konulara da dikkat edilmesi gerekiyor. Mesela Türk Lirası kurunun dalgalanması, yüksek faiz oranı ve enflasyonun yüksekliği kurumsal yatırımcılar açısından borç alma sıkıntısı yaratıyor. Ayrıca bir iletişim boşluğu ya da açığı da var. Örneğin ben Türkiye'ye en son 17 yıl önce geldim. Tahmin edebilirsiniz ki Türkiye hakkındaki izlenimim 17 yıl öncesine dayanıyor. Ancak bu görüşü değiştirmek için de herhangi biri bana ilişkiler düzeyinde bir şey yapmadı. Şimdi geliyorum bakıyorum Türkiye çok farklı ülke olmuş” dedi.
Londra'nın yarısı yabancıların ve mülkiyetine hiç aldırmazlar
Oturumda konuşan Malezya Gayrimenkul Yatırım Ortaklığı Yöneticileri Derneği Başkanı Stewart LaBrooy, islamcı bir yaklaşım içinde çalışan bir kurum olduklarını belirtti. Özellikle endüstriyel alanda ve ofis alanında çalıştıklarını belirten LaBrooy, “GYODER ile çok benzer bir yapılanma içindeyiz. Malezya ve Türkiye'nin bu iki derneği gerçekten gayrimenkul pazarının gelişimi konusunda ciddi çabalar harcıyor. Özellikle bankalardaki mevduat oranlarına baktığımızda, altın karşısında son gelişmeler neticesinde gayrimenkulün ne kadar önem kazandığını görüyoruz. Malezya'da 14 oyuncu var ve sermaye miktarı 14 milyar dolar. Bu açıdan baktığımızda bu rakam dünya genelinde gerçekten oldukça önemli bir miktardır. Hali hazırda yıllık geri dönüşü yüzde 6-8 oranında görünüyor. Vergi açısından baktığımızda, İngiltere ve Avustralya sistemini takip ediyoruz. Burada bir tröst yapısı var. Ve hissedarlar adına bütün herkesin hissesini yöneten bir yönetici düzeni içinde çalışıyoruz. Bütün varlıklar içerdeki kirayı ödeyen kiracılarla götürülüyor. Onlardan kirayı topluyoruz. Masrafları buradan düşüyoruz. Kalan parayı da hissedarlara paylaştırıyoruz. Her yıl karın neredeyse yüzde 90'ına varan oranını hissedarlarımıza paylaştırıyoruz. Malezya, Avustralya, Hong Kong ve Tayland gibi ülkelerde reed mevzuatı konusunda işbirliği yapıyoruz. Buralarda 200 milyar dolarlık bir dünya pazarı var. Avusturalya ve Japonya en önde gelen aktörler. Çok likid bir piyasa. Çok Likidite havuzları var. Günlük olarak işlemler yapılıyor. Alışverişler çok aktif. Malezya'da bir adım daha ileri gidelim dedik. Çünkü Malezya'da İslami sermaye piyasaları çok gelişmiş durumda. Türkiye'ye gelince; ülkelerimiz arasındaki paralellikler çok çarpıcı. Her ikimiz de laik ülkeleriz. Ben her zaman Londra'yı örnek veririm. Londra'nın yarısı yabancıların ve mülkiyetine hiç aldırmazlar. Çünkü yabancılar gayrimenkullerini götüremezler. Çok iş yapılıyor bu alanda Türkiye'de de böyle olacak. Türkiye'de birçok değişik dinlerden insanlar yaşıyor. Herkes kendi ibadetini yapabiliyor. Ekonomik yaklaşımımız çok aktif. Ekonomik bakımdan şeriat yorumumuz gayet ilerici bir durumda” dedi. Malezya'da yapısal olarak farklı bir GYO anlayışı olduğunu da söyleyen LaBrooy,” Bir yapı aldığınızda onun temelindeki varlığı satın alıyorsunuz. Dolayısıyla binanın bir payını almış oluyorsunuz. Biz yönetici olarak ayrı bağımsız bir fona hissedarlar adına para ödüyoruz. Temeldeki fark, fiziksel aktiflerin alınması, şirketin hissesinin alınmamasıdır. Bu fon likidite edildiği zaman, tüm para hissedarlara geri dönüyor” dedi.
Türkiye'nin uzmanlaşması gerekiyor
Türkiye'nin Ortadoğu ve Kuzey Afrika için, İslami finans merkezi olabileceğini belirten Labrooy, “Bütün dönüşüm programlarımız aslında sermaye gerektirecek. En önemli talep konusu hukuktur. Çok olgun bir hukuk piyasası oluşturursanız hükümetler bunu piyasaya çıkartıp ülkeniz için gerekli olan kentsel geliştirmeyi sağlayabilir. Burada gayrimenkulden söz ediliyor. Ben bir sanayi gayrimenkul yatırım şirketinden geliyorum. Bizde uzmanlaşma var. Mesela alışveriş merkezi, hastane gibi gayrimenkul şirketleri var. Dolayısıyla uzman olmanız gerekiyor. Asya'da insanlar bütün alanları kapsayan bir gayrimenkul yatırım ortaklığından hoşlanmaz. Çünkü yöneticinin o alanı bilmediğini düşünür. Mesela dünyanın en büyük alışveriş merkezi yöneticilerin bir tanesi Londra'da çalışmaktadır. Şimdi İngiltere'nin perakende sektörünü baştan aşağı değiştiriyor. Bu küresel bir yatırım ortaklığı. Kimi de otelleri yapıyor. Yatırımcılar bunu biliyorlar. Çünkü paralarının karşısında ne alabileceklerini biliyorlar. Türkiye'de çeşitlendiriliş faaliyetleriniz olduğunu görüyorum. Sizin kendi nedenleriniz makul olabilir ama küresel şirketler olmak istiyorsanız belli aktif sınıflarında uzmanlaşmanız lazım” dedi.
Malezya'nın dünyada İslami GYO'lar için yol gösterici tek ülke olduğunu vurgulayan LaBrooy, “Burada Malezya'nın İslami yönü işin şeriat kurallarına göre yapılmıştır. Malezya'da kumarhane, bar, eğlence, sigara satıcıları olmaz. Helal et olmayan ürünler satanlar olmaz. Bütün sigortalarımız da tekafül yolu ile yapılmaktadır. Bütün bunları söyledikten sonra uyumsuzluğun yüzde 20'ye kadar çıktığını da eklemek gerekiyor. Çünkü körfez ülkeleri bunu sevmiyor. Dolayısı ile daha liberal bir yaklaşımımız var. İslami olarak biri hastane olmak üzere 3 tane GYO'muz var. Her üçü de çok başarılı. Ve defter değerlerine göre yüzde 20'den fazla temettü ödeyebiliyorlar. Sizin de Türkiye'de bir adım atıp şeriata uygundur diye belge almanız yeter” dedi.
Türkiye çok çekici, çünkü yatırım yapan Avrupalılar da var
Uluslararası yatırımcıların Türkiye'yi tercih etme nedenlerini değerlendiren Faisal Khan ise gayrimenkulün orta vadeden uzun vadeye bir bakış açısı getirdiğinin altını çizdi. Türkiye'deki gayrimenkul yatırımlarının uluslararası yatırımcılara çekici geleceğini ifade eden Khan, “Türkiye'nin Avrupa'ya yakın olması nedeni ile Avrupa'ya yatırım yapan birçok yatırımcı Türkiye'ye bakmaya başladı. Bu bağlamda Türkiye açısından kurumsal yatırımcıları çekebilecek değişikliklere bakmak gerekiyor. Gelişmiş ülkeler için ticari gayrimenkul, şirketlerinin işleri için kullandığı gayrimenkul olarak adlandırılıyor. Burada hemen hemen bunun yüzde 50'si bizim gibi kurumsal yatırımcılar tarafından ülkeye getiriliyor. Türkiye'nin bunun üzerine odaklanması lazım. Hangi faktörler daha fazla kurumsal yatırımcıyı cezbeder, buna bakılmalıdır. Türkiye'nin çok aktif bir gayrimenkul piyasası var. Yatırımların büyük bir oranı bu şekilde yapılıyor. Ancak buradaki gayrimenkul pazarı bir sonraki adımını atacaksa, Türkiye'nin kurumsal yatırımcıları cezbetmesi gerekiyor. Örneğin döviz cinsinden borçlanmaya bakıldığında, avro cinsinden Türkiye bankalarından borç almanın maliyeti çok yüksek. Bunun nedeni avro bölgesindeki gelişmeler. Şimdi Alman bankaları gayrimenkulü anlıyorlar. Riski anlıyorlar ve bu piyasadan çekildiler. Kalan bankalar daha önce söylediğim gibi gayrimenkul açısından bakmıyorlar şirket kredisi gibi bakıyorlar. Peki kısa ve orta vadede hangi faktörler geliştirilebilir? Her şeyden evvel gayrimenkul üzerindeki sahipliğin kurumsal yönünü geliştirmek gerekiyor. Bu esas olarak saydamlık ve verilerle ilgili bir konudur. İkincisi ise fiyatlama konusudur. Bölgeye baktığımız zaman Türkiye'de gayrimenkullerin fiyatlandırılması epeyce bir farkla en agresif düzeyde. Türkiye çok çekici çünkü, Türkiye'ye yatırım yapan Avrupalılar var. Ancak son tahlilde gayrimenkul sektöründeki hareketliliğin orta ve uzun vadede gerçekleşmesi bir çarpıklık yaratır. Türkiye'nin bir başka önemi de borca ulaşılabilir bir ülke olmasıdır. Birincisi, nasıl veriliyor ikincisi fiyatlandırma. Maalesef Türkiye'de bankalar krediye sanki bir şirkete borç verir gibi bakıyorlar. Orta vadede bunun anlamı şu; borcun desteklenmesi bankalardan çıkmalı ve onların ötesine taşarak borsalara geçmelidir. Dolayısıyla borç ve fiyatlandırılması şu anda Türkiye piyasası konusunda özellikle kurumsal yatırımcılar için temel kısıtlayıcı unsur” dedi.
Türkiye sürdürülebilir bir istikra sahip
Oturumun son konuşmacısı olarak söz alan Mısır Doğu Kıyısı Yönetim Kurulu Başkanı Karim Helal Türkiye'nin neden yatırımcılar için çekici olduğunu örneklerle açıkladı. Mısır ve Asyalı müşterilere danışmanlık hizmeti verdiklerini belirten Helal, “Biz iki farklı yatırımcıyla iş yapıyoruz. Bunlar stratejik ve finansal yatırımcılar. Stratejik yatırımcılar tipik olarak başka pazarlara ya teknoloji almak üzere yüzünü çevirir ya da pazar payını artırmak için girer. Yeni bir pazara girerken de üretim maliyetlerini düşürmek ister. Finansal yatırımcı ise mümkün olduğu kadar güvenli bir ortamda, sürdürülebilir ve makul bir faiz ister. Türkiye bu bakımdan iyi bir tablo çizmektedir. Nüfusu, demografisi, kültürü ve inançları bakımından Mısır'a çok benziyor. İç içe geçmiş tarihimiz nedeni ile de Mısırlıların Türkiye'ye yakınlık hissettiklerini söylemem mümkün. Ancak buradaki cazibe her şeyden önce küresel piyasadan kaynaklanıyor. 2008 küresel krizinden sonra, avro ülkelerinde devam etmekte olan hikaye dolayısıyla değişmiştir. Yatırım sermayesi içinde rekabet yoğunlaşıyor. Aynı zamanda batıdan gelen yatırılabilir sermaye miktarı azalıyor. Türkiye bir bakıma alıcı piyasası haline geliyor. Aynı zamanda ekonomik güç dengesi batıdan doğuya doğru kaymış durumda ve önümüzdeki süreçte de böyle olacak. Ekonomik etkenler ele alındığında, Türkiye'nin burada sunabileceklerine bakmak gerekiyor. Nüfus çeşitliliği, ana pazarlara yakınlık ve coğrafi konum sunabileceklerinden bazıları. Ancak ben iki faktör daha ekleyeceğim. Birincisini Mısır'dan gelen insanların ağzından söyleyeceğim. Türkiye sürdürülebilir istikra sahip. Ayrıca berrak bir siyasi ve ekonomik durum sunuyor. İkincisi ise karşı tarafın ya da sizin dürüstlüğünüz. Yükselmekte olan piyasaya gelen bir yatırımcı, karşısındakine çok dikkatli bakıyor. Karşı taraftaki dediğim zaman yerel partnerden söz etmiyorum. Elbette ev sahibi ülkeye bakıyorum. Beraber iş yapabileceğim ülkenin güvenilir, saydam ve sağlam bir hukuk sistemi olup olmadığına, benim yatırımımı koruyup koruyamayacağıma bakarım. Türkiye'nin tüm bu sorulara evet dedirtecek bir ülke olduğu ortada. Hem stratejik yatırım hem de finansal yatırım için birçok müşterim Türkiye ile ilgileniyor. Ayrıca Türkiye'de sanayi, turizm ve turizm bölgelerinin geliştirilmesi gibi müthiş fırsatlar var. Ülkenin bazı göstergelerine bakıldığında Türkiye'nin çok güçlü temelleri var. Kısa sarsıntılar olacaktır. Ancak bunlara aldırmamak gerekiyor” şeklinde konuştu.
Gayrimenkul Sektöründe Pazarlama ve Satışta Nasıl Yenilikçi Olunur?
12. Gayrimenkul Zirvesi ve ISTANBUL REstate Gayrimenkul Fuarı, sanatçı Ali POYRAZOĞLU'nun renkli yönetimi ile gerçekleştirilen “Gayrimenkul Sektöründe Pazarlama ve Satışta Nasıl Yenilikçi Olunur?” başlıklı oturumla sona erdi. Prometheus Genel Müdürü Yücel ATIŞ, Euro RSCG CEO'su Levent ERDEN ve TTBOOM Kurucu Ortağı Cüneyt KARAKAYA, Ali Poyrazoğlu'nun ‘güldüren – düşündüren' katkılarıyla, gayrimenkul sektöründeki pazarlama ve satış yöntemlerindeki gelişmeleri ele aldılar.
“Aklın yenilikçilikte olsun” diyen Aziz Nesin'e çok şey borçluyum
Konuşmasına, kendi hayatında nasıl yenilikçi olduğundan yola çıkarak başlayan Ali Poyrazoğlu, tiyatro sanatında ilerlerken başından geçen olayları komik bir dille anlattı. Bugünlere gelişini Aziz Nesin'e borçlu olduğunu söyleyen Poyrazoğlu, “Tiyatrolarda oynayarak ayaklarının üstünde durmaya, kendi markasını oluşturmaya, kendini pazarlamaya çalışan ve fark yaratabilmek için uğraşan genç bir oyuncuyken Aziz Nesin gelip diyordu ki, ‘Yenilikçi ol çocuğum, yenilikçi ol.' Ben de, ‘Ne yapayım ağabey, iş bulduk, oynuyoruz işte' diyordum. O ise her seferinde, ‘Aklın yenilikçilikte olsun. İçindeki müziği keşfet, içindeki rengi bul. Ürettiğini, yaptığını, düşündüğünü başkalarının da kullanabileceği bir şekilde pazarlaman gerekiyor” diye konuştu.
Her ülkede bir süre sonra nüfusun yüzde 85'i kentlerde yaşayacak
Sektörün önünün açıldığını ifade eden Poyrazoğlu, “Daha yaşanılabilir kentler nasıl yaratırız? Daha yaşanılabilir kentler için nasıl bir ortak akıl oluştururuz? Bu konu üstünde yenilikçi, fark yaratan bir bakışla, bir ortak akıl bulmanın peşindeyiz. Bütün dünyada nüfuslar artık kentlere doğru göçtüğü için kentlerin nüfusunun çok artacağını, her ülkenin aşağı yukarı kısa bir süre içinde nüfusunun yüzde 80-85'inin kentlerde yaşayacağını biliyoruz. Böyle bir gidiş varken sektör böyle genişleyecekken, şimdi sizin önünüzü açacak olan iki tane yasa ortaya çıkmış vaziyette. Kentsel dönüşüm çıktı çıkıyor. Nasıl çıkacağını bilmiyoruz. Detaylarıyla ilgilenmemiz gerekiyor. Ve de yabancılara mülk satma yasası çıktı ki, bu epey bir ferahlatacaktır sektörü diye düşünüyoruz” dedi.
Yenileme ile dönüştürme çok farklı konular
Kentsel dönüşümde bir noktayı iyi anlamak gerektiğini, yenileme ile dönüştürmenin farklı şeyler olduğunu vurgulayan Poyrazoğlu, “Altını çizerek belirtmek gerekiyor. Deprem bölgesinde ya da çökmek üzere olduğu için binanın yıkılıp, yerine yenisinin yapılması gerekmiyor. Bir de kültürü, sanatı, geçmişi, kent yaşamını koruyabilmek için bazı binaların da olduğu halde korunarak yenilenmesi gerekiyor. Kentsel dönüşüm ister istemez, dünyanın her yerinde olduğu gibi iki bacaklı olacaktır. Kendinizi hazırlamak zorundasınız. Yıkıp yapacaksınız, ya da yenileyeceksiniz. Yıkıp yaptığınız zaman bir sorunla karşı karşıya kalacaksınız. Aşağı yukarı ilk vadede 2 milyon evin yıkılarak yerine ev yapılması planlanıyor. O istatistik bilgilerde mal sahibine de hak vereceğiniz için etti iki ev. Dört milyon ev yenileyeceksiniz. Nasıl satacaksınız? Kime satacaksınız? Yani kentsel dönüşüm bir tehlikeyi, bir lezzetsiz bir kokuyu da sektörün üzerine fırlatılabilir. Çok iyi düşünülüp, planlanıp, risk yönetimini de çok dikkatli davranıp planlarınızı hayallerinizi ona göre kurmanız gerekiyor. Hızla gelişen inşaat sektöründe teknolojik yenilenmelere maruz kalacaksınız. Çünkü daha hafif yapı malzemeleri kullanılacak. Daha ekolojik binalar yapılacak. Çevreyi kirletmememiz gerekiyor. Nasıl yürüteceksiniz bu operasyonları? 3 yıl sonra robotların bütün dünyada inşaat sektöründe kullanılması planlanıyor. Robot teknolojisine geçecek misiniz? Ondan önce modüler yapılar yapılmaya başlanacağı için bir haftada bina çıkma teknolojisine kendinizi hazırladınız mı? Öyle bir sektörün içindesiniz ki durursanız düşersiniz, büyümezseniz küçülürsünüz. Küçülmeye başlarsanız yok olursunuz. Bugüne kadar tüm kazandıklarınızı da kaybedebilirsiniz. İyi düşünmek, geleceği iyi planlamak, iyi gelecek tasarımları kurmanız gerekiyor” şeklinde konuştu.
Ortak akıl oluşturup ortak planlama yapmak zorundasınız
“Kentlerde bir tehlike başladı” diyen Poyrazoğlu, şunları söyledi: “Herkes kendi başına. Hani kendi oyununu göstermek isteyen santrafor futbolcu gibi. Takım oyununu unutup, tek başına topu alıp kaleye gitmek için kendini yırtan insanlarla doluşmuş vaziyette. Her tarafta birbirinden bağımsız, geniş bir ada, geniş bir bölge için planlama yapılmadan, tek başına doğru gökyüzüne doğru yükseliyorsunuz. Bu yükselen binalar, tasarımlar arasında bir ruh birliği yok. Bir ortak yaşam alanı, bir dünya; o gruplara, insanlara, cemaatlere uygun birlikte yaşayabilecekleri ilave alanları kazandırmadan... Burada bir gökdelen, arkası çamur, toprak. Dal bile dikilmemiş. Çevredeki yollar düzenlenmemiş. Orada bir köy, kasaba yaratılmamış. İnsanlar empatinin peşine takılmış vaziyette kendisinden farklı olanı anlayıp keşfetme peşinde. Türkiye bütün dünyaya, aynı çatı altında farklı yaşam modellerinin bir arada var olup olamayacağını anlatmaya çalışıyor. Ötekini kendinleştir. Öteki, öteki dediğin aslında sensin. Farklı dünyaların peşinde dolaşma. Ötekinde kendini keşfet dediğine göre ötekini keşfedebileceğiniz yaşam alanları ve bu anlama uygun, planlanmış, bir araya getirilmiş binalar grubu tasarlamadığınız, aranızda takım oyunu oynamadığınız için herkes tek başına gol atmaya çalışan santrafor gibi takımın dengesini bozmakta. Ortak akıl oluşturmak, ondan önce ortak planlama yapmak zorundasınız.”
Hayalleri gerçekleştirecek bütünlüğü sunarsanız evlerinize itibar edecekler
Eskiden tiyatro oyununu sadece Harbiye'de oynadıklarını belirten ünlü sanatçı, “Bütün İstanbul da kalkar bizi izlemeye gelirdi. Şehir büyük bir hızla büyüdü. 14-15 milyonu geçti. Şehir kendi içinde, kendine yeterli kasabalara dönüşmüş durumda. Bakırköy'ün nüfusu 2 milyon, İzmir'in nüfusu kadar. Meyhanesi, hastanesi, sineması, tiyatrosu, AVM'si, eğlence merkezi var. Her şeyi var, gelmiyor Taksim'e. Biz mobil tiyatro yaptık kendimizi. Üç gün burada, iki gün orda oynuyoruz. Küçükçekmece'ye gittik, 800 kişilik salon. Bir ay önceden bilet bitiyor, ayrı bir kent var orada. Onlar buraya gelmiyorlar. Şehir bölündüğü için ticaret yapılacak yerler, kültür-sanat yuvaları, eğitim alanları... İnsanları bir araya getiren, orada “Yeni bir ev aldık. Yaşamımızda yeni bir hayal... O hayali gerçekleştirecek bütünlüğü bize sunuyorlar” diyebilirlerse ancak sizin evlerinize itibar edeceklerdir” dedi.
Yüzme havuzundan başka yenilik gelmiyor mu kimsenin aklına?
Pazar günü gazetelerin sayfalarını çevirirken neler düşündüğünü anlatan Ali Poyrazoğlu, “Aslında benim düşündüğüm şeyi hepiniz düşünmektesiniz. Bu millet, herkes yüzme şampiyonu mu olmak istiyor? Gökdelen, yüzme havuzu... Denizin kenarında bile denize girmiyor bu millet. Kime satıyorsunuz o havuzları? Çok mu meraklı zannediyorsunuz? Başka hiçbir yenilik gelmiyor mu kimsenin aklına? Niye bütün bir sinerji yaratarak bu işe devam etmiyoruz? Pazarlamada, ruhlara dokunmada... Yaptığımız ürünleri daha değerli, daha yaşanılabilecek bir çevrenin parçası haline getirmek konusunda niye bir ortak düşünme biçimi bulmuyoruz? Bu ortak düşünme biçiminin içine neden devleti de alıp, onlarla birlikte düşünüp, onların da yardımından faydalanarak bunu bir vizyon, bir görüş olarak Türk halkına sunmuyoruz? Rusya'da büyük bir araştırma sonuçlarına göre, 2013 yılında dünyadaki ekonomide yavaşlama olacağını öngören Rusya'daki inşaatçılar planlama yapmaya başlamış. Aynı çalışmayı sizin de yapmanız gerekiyor. Gelecek tasarlamaktan daha önemli bir şey yok” diye konuştu.
Önce vizyon olması lazım
Hayal gücünün bilgiden daha önemli olduğunu ifade eden Poyrazoğlu, “Önümüzü açacak, aydınlatacak hayal gücünün yol göstericiliğinde ve ışığında geleceği keşfedeceğiz. Geleceğe uygun tasarımlar nasıl yaratabiliriz? Buna bir kriz gözüyle bakarsak ürettiğimiz şeyleri nasıl pazarlayabiliriz? Bunları daha yaparken düşünmek zorundayız ki, zirveye fırlayabilecek emlak pazarlama işi çıkaralım. Pazarlama mimar planı çizerken başlıyor. İnşaat bittikten sonra başlamıyor Türkiye'de yapıldığı gibi. Daha mimar planı çizerken bunun tasarlanması ve o noktaya doğru yürünmesi gerekiyor. Bunun için de belirli başlıklar var. O başlıklarla düşünmek, iyi bir emlak pazarlamacısı olmak için önce bir doruk satış vizyonunuz olması lazım” şeklinde konuştu.
Zirveyi yakalamak isteyen insan inançlı olmalı
Zirve, hedef görülmediği zaman hedefi tutturmaya imkan olmadığını savunan Poyrazoğlu, şöyle konuştu: “Hedefi görmüyorsan planı yaparken, mimara çizdirirken, tartışırken orada bir yaşama biçimi sunmayacaksan o bölgeye tek başına dikilmiş ağaçlardan bir orman oluşturamazsın. Zirveyi yakalamak isteyen insanlar inançlı olacaklar. Etik kurallara uyacaklar, şeffaf olacaklar. Planlamak, bunu öğrenmek zorundasın. Çünkü orada yaşamaya gelen bizlerin de yaşamlarını tasarlıyorsun sen. Benim zamanımı tasarlıyorsun. İşe ayıracağım, çocuğun oyununa, spora, kültüre sanata ayıracağım zamanı tasarlamak zorundasın benim için. Gelecek yaşam biçimine parmak basacak bir meslek dalıysan bunları düşünmelisin. Kendi mesleğinizin dışında bir akıl takımı, bir dostlar meclisi oluşturmak zorundasınız. Ayda bir kere görüş. Paran varsa yemeğe götür, yoksa çaya çağır. Ama bir doktor, bir postacı, bir otomobil tamircisi, bir öğretmen, bir banka memuru ahbabın olursa senin yaptığın işe farklı zihniyetlerin nasıl baktığını görür, anlayabilirsen ancak o zaman kendini net bir biçimde görebilirsin. Farklı disiplinlerin bilgilerinden yararlanıp, onları birbirine sürtüp yaratıcı noktaya kendini taşıyabilirsin.”
Nasıl bir gelecek sunuyorsunuz bize?
İnsanları manen zenginleştirecek hayaller sunulması gerektiğini vurgulayan Poyrazoğlu, “Sadece bir yüzme havuzu, etrafa dikilmiş otlar, ağaçlar değil... Çünkü insanlar sonunda manen zenginleştikleri zaman yaşamda tatmin olmuş, daha mutlu hissediyorlar kendilerini. Mutlu bir gelecek önerisinde bulunabilmek için de mutluluğun bir durak, bir istasyon olmadığı, sürekli değişim olduğunu onlara anlatarak, yaşamlarının içinde sürekli değişimi hissedebilecekleri yaşam biçimi önerilerinde bulunmanız gerektiğini düşünüyoruz. Hz. Muhammed, bir Hadis-i Şerif'inde buyurmuş ki; ‘İki günü aynı olanın bir günü kayıp demektir.' Ben sizin yarattığınız evlerde, dünyalarda, binalar topluluğunda çoluk çocukla birlikte yaşarken, öbür günümü bugünden farklı kılabilecek miyim? Nasıl bir gelecek sunuyorsunuz bize? Bunu anlamaya çalışıyoruz” diye konuştu.
İnternette tiyatronun reklamını yaptığımda biletler bitiyor
Konuşmasında internete de değinen Poyrazoğlu, “Ben kendi işyerimde kullanıyorum. Bir sürü işim var ama bir de tiyatrom var benim. Biz takipçi bir tiyatroyuz. Seyircimizin hayatının içine gireriz. Tiyatroya gelen seyircileri kibarca karşılarlar ve form doldurturuz. Onlarla iletişim içindeyiz. Bunu yaptığımız için aşağı yukarı öbür tiyatrolardan yüzde 30 daha fazla bilet satarız. Twitter'daki adresime girip çıkanların sayısı şu anda Türkiye'de 3 büyük gazetenin dışındaki gazetelerin tirajından daha yüksek. Ben bir tane tweet attığım zaman o günün gündemi haline geliyor ve tiyatronun reklamını yaptığım zaman da biletler satılıyor. Daha gazetelere reklam vermeden bitiyor biletler. Bunun bu kadar derin net ölçülebilir bir etkisi olduğunu ben kendi işimden biliyorum. Ayrıca artık herkes biliyor. Eğer Twitter'a giriyorsanız sayın başbakanımızın her gün günde en az 5-6 tane tweet attığını, gündemle ilgili iletişim kurduğunu bilmiş olmanız gerekiyor. Yani ülkemizin başbakanı bile bunun önemli bir mecra olduğunu düşünüp görüşlerini, itirazlarını, herhangi bir konudaki fikrini paylaşmak istediği zaman millete seslenişinin dışında Twitter'a oturup yazıyorsa, ya da yazdırıyorsa, bu resmi bir şekilde önemi kanıtlanmış bir mecradır. Onun için bu konuda dikkatli olmanız gerekir” şeklinde konuştu.
Levent Erden: “Enflasyon konusunda Türkiye gerçekten dünyadaki tek örnektir”
Artık “yenilikçi” ve “inovasyon” sözünün Gayrimenkul sektörünün dışında da içinin boşaldığını savunan Euro RSCG CEO'su Levent Erden, “Çünkü bu ‘nefes alalım' demek gibi bir şey. Başka türlüsünün düşünülemeyeceği bir durum. Üstelik biz çok acayip bir ülkede yaşıyoruz ve ben bunu da galiba unuttum. Hani derler ya, ‘Burası Türkiye, başka yere benzemez' diye. Aslında çok palavra bir laftır. Ama tek konuda Türkiye gerçekten dünyadaki tek örnektir. Çünkü düşünürseniz en yüksek iki haneli ve hatta üç haneli enflasyonu 30 yıl boyunca yaşamış tek ülkedir. Hiç kimse bu kadar uzun dönemde bu kadar yüksek enflasyonla yaşamadığı için bunun faktörlerini, etkilerini, ne olduğunu, ne bittiğini biz çok da fazla görmemişiz. Düşünün, 1974-2004 arası enflasyon en tepede. Aynı zamanda 1974 dünyanın da değişimidir. Çünkü 1945-1974 arası dünyada büyüme hızı 1975-2000 arasının tam iki mislidir. Yani petrol krizi vesairelerle beraber dünya da yarı yarıya küçülmüş o dönemden beri. Peki burada enflasyonun rolü nedir? Enflasyon, insanları mecburi olarak kısa vadeli düşünmeye iter. Düşünün; sizlerin şirketlerinde dahi hazineciler vardır. Yıllarca şirketlerin en önemli adamları hazinecilerdir. Banka müdürlerinin büyük bir çoğunluğu hazineden geldiler. Çünkü kar finansal kardır. Operasyonel kar diye bir şey yok. Hepimiz finansal kar sağlamaya çalışıyoruz. Diğer insanlar tarafından baktığınızda da herkes finansını düzeltir. Sabahleyin sokağa çıktığınızda sokağın başından caddenin sonuna kadar yürüdüğünüz takdirde cebinizdeki dolar artmış, Türk Lirası azalmış. Bu doğal insanların çok değişik vadelerde düşünmesini sağlar. Unutmayalım; hani kiraların hepsi dolarlaydı, süpermarketlerde fiyatlar neredeyse haftada bir değişiyordu falan. Enflasyon meselesinin önemi, insanların hayal etmesini sınırlar. Enflasyon, insanların hayal etmesini güdük hale getiren, sınırlayan ve dolayısıyla tanımlayan bir şeydir. Enflasyonda kısa vade bu hafta, orta vade gelecek hafta, uzun vade ay sonudur” diye konuştu.
Biz aslında bir hayal yönetiyoruz
“Biz emlak, konut vesaire gibi lafların yanı sıra aslında yaşam biçimini tanımlayan işler yapıyoruz” diyen Levent Erden, “O zaman insanların nasıl bir yaşam biçimi hayal edeceğini düşünüyoruz. İşin daha da beteri bugünkü teknolojiyle insanlara verdiğiniz mal 70-80-90-100-120 yıl ömrü olan ürünler. Dolayısıyla bu bir tanımlama. Bir yaşam biçimi tanımlaması. Öbür taraftan da insanların bir hayalini yönetmesi lazım. Biz aslında bir hayal yönetiyoruz. Ama bir taraftan da hiç bilmediğimiz bir yerdeyiz. Çünkü dünyada acayip bir dönüşüm var. Yaşam biçimleri dönüşüyor. Biz hangi yaşam biçimine göre ne yapıyoruz? İnsanların hangi hayallerine göre ne yapıyoruz? Dışarıda yemek yemek bile çok azken, yemeksepeti dediğiniz şeyin İstanbul'da 3,5 milyondan fazla üyesi var ise... İstanbul'un 4-4,5 milyon hane olduğunu hesaplarsanız... Neredeyse yüzde yüzü bulan oranda hayat tarzı değişmiştir. Bugün insanlar ekranlardan yaşıyorlarsa... Yani TV, bilgisayar, tablet, telefon, hatta ATM ekranından yaşıyorlarsa... Benim her tarafta lafını ettiğim bir yalnızlıktan bahsediyoruz. Tekil sosyallikten bahsediyoruz. Çünkü herkes yan yana ama birbirleriyle birbirlerinin ekranlarıyla konuşuyorlar” dedi.
Gazetelerdeki gayrimenkul ilanlarını değerlendiren Erden, “Cumartesi günleri büyük gazetelerde çıkan ilanları üst üste koydum. Hepsi yemyeşil ormanlı, herkes havuza giriyor ve olimpiyat yüzme şampiyonu. Herkeste bir alışveriş merkezi var. İçerisiyle ilgili, hayatın hayal kısmıyla ilgili... Binayla ilgili çok şey var ama benim kendime ait, sevdiklerimle ya da tek başıma oturacağım yerle ilgili en ufak bir hayal yok.Bir de üstüne üstlük 80-100 yıllık ömrü olan yerlerde bizim tanımladığımız şeylere dikkat etmemiz lazım. Örnek bundan evvel yapılan evlerin mutfaklarına bakalım. Bugün yapılan binaların mutfaklarına bakalım. Çünkü eskiden mutfaklar, evde herkesin beraber yemek yiyecekleri yerdi. Şimdi mümkün olduğu kadar küçüldüğünü, hatta Amerikan mutfaklara geçildiğini biliyoruz. Bunlar tanımlanmış şeyler. Ama ileride acaba büyük salonlar başkalarının beni nasıl görmesi üzerine... Benim çocukluğumda salonlar kilitlenirdi. Misafir odasıydı adı. Bütün binalar, bana sunulan her şey birbirine bu kadar benziyorsa ben tatmin olmak için kendimi nasıl farklı hissedeceğim. İçini döşemek mi? Çok daha başka şeylere ihtiyacım olabilir. Belki de bunları tanımlarken insanın değerini ve daha çok bireysel insanın değerini bir arada yaşasa da bir birey olarak tanımlamak lazım. Dikkat edin bugün 2-3 yaşındaki çocuklar, parmaklarını hareket ettirerek ekrandaki resmi büyütüyor. Demek ki ben 5-10 yıl içinde bunun içine doğmuş çocukların artık 25-30 yaşlarına geldiği bunları alabileceği yaşa geldikleri yerde ben acaba 15-20 sene öncesinin değerlerini mi sunuyorum? Sorusunu tartışmamız lazım. Çünkü bu dönüşüm ilk defa olarak öngörülebilir değil. İlk defa olarak gençler, büyüklerden hem daha tecrübeli hem daha heyecanlı. Çünkü bin yıldır yaşlılar tecrübeliydi, gençler heyecanlıydı. İlk defa adamlar hem heyecanlı, hem tecrübeli. Çok önemli bir dönüşümdeyiz. 1968-1974 arasındaki dönüşümden çok daha önemli bir 5-10 yıl var önümüzde. Bütün hayat tarzlarının değiştiği bir 5-10 yıl var önümüzde. Biz insanların hayatlarının neredeyse yüzde 40-45'inin geçtiği mekanlar tasarlıyoruz. İster işyeri olarak, ister ev olarak kullanılsın” şeklinde konuştu.
Pazarlama ve inovasyon konusuna değinen Erden, şunları söyledi: “Amerikan kitabında okuyup, bir başka olgunlaşmış pazarın ve bir başka yaşam tarzının parçalarını Türkiye'deki pazarda uygulamaya kalkarsınız, en azından 30 yıllık enflasyonu bile devreye sokmazsanız bu işler çalışmaz. Üstelik biz dünyadaki bu işin lider değişim ülkelerinden biriyiz. Çünkü çok nadir ülkelerden biriyiz ki; bu ekonomik durumlarda yaş ortalaması 28 olsun. Bugün Avrupa dediğimiz yerlerde yaş ortalaması 38-40 arasında. Almanya 40'ın üstünde, Fransa 39... Dolayısıyla bu adamların zevkleri zaten 20 sene öncesiyle aynı olduğu, o adamların parası olduğu için bundan sonra onlara sunulan şeylere 20 sene öncesindekileri sunduğun zaman mutlu edebiliyorsun. Ama sürekli olarak yeniliklere açık, hayatını değiştirmeye çalışmış, eskiden hiçbir şeyi değiştirmeyen, eskiden çok az şeyi damıtıp bugünkü hayatına sağlayan insanlara bundan 20 senenin değerleri veya yaşam tarzıyla bir şey sunduğunuz andan itibaren 3-5 sene içinde çok zor durumda kalabiliriz.”
Nesillere göre pazarlama yapmak gerekir
Kampanyayı yaparken hedef kitlenin analizini yapmak gerektiğini belirten Erden, “Bizim kuşak X kuşağı. Şöyle söylüyorlar, ‘Sigarayı en çok içen kuşak.' Bir de iki tane ilacı en çok içen kuşakmış. Alfasilin, Supradin. Doktora her gittiğinde bu iki ilacı yazarmış. Y kuşağına gelince, 30'una kadar hayatlarında her şeyi yaşamak istiyorlar. Şimdi kampanyanızı yaparken, satarken, aslında siz kime satıyorsanız onun analizini yapmanız lazım. Bu çok net. Aslında bu açıdan baktığımızda çok başarılı örnekler var. Nesillere göre satış pazarlama, pek çok şeyi beraberinde getiriyor. Bu analizi yapmadan önce binayı yaptınız, sonra satıyorsunuz. Bu mümkün değil. Önce kime satacağım. O ne alıyor diye bakacaksınız.
Gayrimenkulde tatmin pazarlaması yapılıyor
Gayrimenkulde tatmin pazarlaması yapıldığını savunan Levent Erden, “Gayrimenkul satıcısı olmakla, banka kredisi satıcısı olmak ya da otomobil satıcısı olmak arasında çok da büyük fark görmüyorum. Burada hepimiz bir tatmin satmak zorundayız. İnsanların hangi tatmin için bizimle ilişki kuracağını netleştirmek zorundayız. Yani kimisi bunu finansal getiri açısından tatmin olacaktır, kimisi kendi yaşam biçimi için, kimisi ise kendisi ve sevdiklerinin bir arada bulunduğu biçim açısından tatmin olacaktır. Dolayısı ile insanların bir tatmini hayal edebilmeleri lazım ki bana doğru yönelsinler. Yoksa çok daha farklı tatminlerle hayatlarını sürdürebilirler.
Cüneyt Karakaya: Türkiye'de internet kullanımı yüksek
TTBOOM'u 4 yıl önce kurduklarını belirten Cüneyt Karakaya, 4 yıl önce kurdukları ve online mecrada çalışma yürüten şirketin adının ‘Tik Tak Boom'dan geldiğini ve firma isminin internet üzerinde saatli bomba konseptinden ortaya çıktığını söyledi. “Her an sizinle ilgili bir şeyler yazılabilir ve buna da müdahale etmeniz gerekir mantığı ile bu isim koyuldu” diyen Karakaya, “şikayet yönetimi” çerçevesinde konuşmasını şöyle sürdürdü: “Gayrimenkul sektörünün şunun farkına varması lazım. Hedef kitleleri online mecralarda nerede? Gayriresmi rakamlara göre bugün Türkiye'de 42 milyon kişi internete bağlanıyor. Rakama baktığınız noktada Yunanistan veya çeşitli Avrupa ülkelerinin nüfuslarından fazla internet kullanıcısından bahsediyoruz. Ve bu insanlar yazıyor. Ve benim gördüğüm çeşitli sektörlerle çalışıyoruz” şeklinde konuştu.
İnternette doğru bilgi yüklemeyi başarırsanız gerçek algınız ortaya çıkacak
Gayrimenkul sektörünün, daha hedef kitlelerinin nerede konuştuğunun farkında olmadığını ifade eden Karakaya, şunları söyledi: “Esasında her yaştan insan ciddi şekilde internette vakit geçiriyor. Hedef kitleleri tespit ettikten sonra bu insanlarla iletişim kanallarını oluşturmuş bir halde iletişime geçmeniz gerekiyor. Ne yapıyorsunuz? Gazetelere tam sayfa, televizyonlarda boy boy şişirilmiş reklamlar… Yani gayrimenkul sektöründeki insanların doğru hedefleme yapmadıklarını düşünüyorum. Mesela internette bir kişi telekomünikasyon firmasından bahsediyor. Diyor ki ‘Ben Urfa'da askerim. Çekmiyor, Allah seni kahretsin. Çarşıya çıktım öbürünü aldım.' Yani siz sormadan adam bir şey söylüyor. Zaten bunu engelleyemezsiniz. Önemli olan şu; gerçekten internete doğru bilgi yüklemeyi başarırsanız sizin gerçek algınız ortaya çıkacak ve strateji çıkarmayı sağlayacak doneler ortaya çıkacak. Ve bundan sonraki çalışmalarında bence gayrimenkul sektöründeki bütün şirketlerin bu algı üzerine çalışması gerekiyor.”
Şimdi artık herkes yayıncı
Şimdi artık herkesin gazeteci ve yayıncı olduğunu belirten Cüneyt Karakaya, “Ben Twitter'dan bir mesaj attığım an ve aranızdan bir kişi bunu okuduğu zaman ben yayıncı konumundayım. Ne bir matbaaya ihtiyacım var ne bir kameraya. Ve bunun aynı şekilde kurumların da yayın organı olduğunun farkına varması gerekiyor. Bugün baktığımızda bizim itibarını yönettiğimiz markalar veya marka olmuş kişiler bir açıklama yapıyorlar. Facebook, Twitter'dan ya da 144 sosyal ağ üzerinde çalışıyoruz. O açıklama ertesi gün gazetelerde. O eğer CEO'nuz bir açıklama yaptıysa. Onun yamuk yumuk fotoğrafı değil, doğru dürüst fotoğrafını koyuyorsunuz. Oraya gelmiş olan gazeteciler sizin iletişim kanalınızdan alıyorlar. Sizin istediğiniz açıklamayı alıyorlar. Siz alıyorsunuz onu” dedi.
Şirketlerde artık farklı sektörlerden genel müdür atanıyor
Prometheus Genel Müdürü Yücel Atış, pazarlamada rakibintakip edildiğini ifade ederek, “Son dönemde satış pazarlamada gördüğümüz bir hata var. Hep rakibi takip ediyoruz. Dünyada şu değişti. Mesela son dönemde aynı dönemdeki şirketlere aynı alandaki şirketlere farklı alanlardan genel müdür alıyorlar, niye? Diyor ki aynı sektörden gelen genel müdür nasıl bakar. Sektör gözüyle bakar. Sen farklı sektörden genel müdür al ki fark yaratsın. Aynı sektördeki şeyler size çok büyük yol aldırmaz arkadaşlar. Farklı şeyler yaratmak istiyorsanız farklı sektörler ne yapıyor diye bakacaksınız” diye konuştu.
Kurumsal iletişimin kuralları değişti
İnternetteki iletişime örnek veren Atış, “Diyelim bir iletişim kanalınızı açtınız. Karar verdiğiniz şey en popüler sosyal ağ. 30 milyon 570 bin Türk'ün bulunduğu Facebook'ta bir kanal açtınız. Kendinizi ifade etmeye başladınız. Bir şeyler anlatıyorsunuz. Ama bunu da profesyonelce yapmak zorundasınız. Ben açtım Facebook sayfamı. Buraya fotoğraf yüklüyorum. Projelerimi anlatıyorum falan değil. Geçen gün bir örneği oldu. Hedef kitle toplamışlar oraya. Bir müşteri soruyor. Diyor ki A tipi dairenin fiyatı ne kadardır diyor. Facebook sayfasının yöneticisine soruyor. Arkadaş verdiği cevap çok enteresan. Müşterinin sorduğu saat 17.00 ve Cuma günü. Büyük ihtimal o arkadaş hafta sonunu getirmek istiyor bir an önce. Verdiği cevap şu: ‘Lütfen bu soruyu tekrar pazartesi günü sorun'. Orada 2 saniyede cevap verebilecekken, ‘bunu pazartesi tekrar sorun' diyor. Online mecralar böyle değil. Kurumsal iletişim, pazarlama iletişimi, pazarlamacılık her şeyin kuralları değişmiştir artık. Yani bunun farkında olarak iletişim kanallarını yönetmek lazım” şeklinde konuştu.
Yorum Yaz