Türkiye hızla çölleşiyor ve betonlaşıyor!
2023 hedefli kalkınmamız devasa bir greyder gibi Anadolu'yu önüne katıp dümdüz ederken, arkadan gelen yabancı yatırımcı destekli özel sektörümüz de bu güzergahı çimentolayarak 2023'e Beton Türkiye'yi telaşla yetiştiriyorlar
2023 hedefli kalkınmamız devasa bir greyder gibi Anadolu'yu önüne katıp dümdüz ederken, arkadan gelen yabancı yatırımcı destekli özel sektörümüz de bu güzergahı çimentolayarak 2023'e Beton Türkiye'yi telaşla yetiştiriyorlar...
Tinerci olmayacak dindar nesillerimiz ve babası mahkemenin arka kapısından salınmış, tecavüzcü olsa bile eğer 'parasız eğitim' istemezse devletin bağrına basacağı 'doğmamış can' çocuklarımız da 2023'e geldiklerinde bu betonarme çelik konstrüksiyon ülkeyi bizlerden çöl, çorak, zehirli çöplük coğrafyamız halinde devralacaklar.
Çünkü çevre felaketimizin boyutu Yale Üniversitesi 2012 Dünya Çevre Performansı Endeksi'nde oldukça sarihti..
Türkiye biyolojik çeşitlilik ve doğal alanları korumada 2010 yılına göre 32 sıra gerileyerek 121. olmuştu. Üstelik bu 121. sıramızla dünya ülkelerinin yüzde 92'sine geçilerek Eritre, Haiti, Libya ve Irak'la yaşam alanları en kötü yüzde 8'lik dilime girmiştik.
Az gelişmiş bu ülkelerin deprem ve savaş felaketleriyle boğuşan uluslararası yağmaya açık coğrafyalarıyla, Türkiye'nin yaşadığı çevre krizinin büyük benzerliğini nasıl açıklayacaktık?
Türkiye'yi iki yıl içinde 32 sıra tepetaklak eden bu çevresel yıkım sakın doğa, su, toprak tüketerek sürdürülen HES'li, duble yollu, termik/nükleer santralli, konut köpüklü kalkınmacı büyümemiz olmasındı!
Gana, Sudan, Mozambik, Kongo, Etiyopya gibi toprak ve doğal kaynakları yeniden sömürgeleşmeye açılan ülkelerin gerisinde kalmak da ekonomik gururumuza mı dahildi?
Ama Türkiye son birkaç ayda yoğun Meclis mesaileriyle 'biyoçeşitlilik, doğal alan, eko sistem canlılığı, su havzası, yaşam alanı' hatta SİT alanı gibi çevre koruma terminolojisini yasalardan 'kazımakla' meşguldü.
OECD'nin, G-20'nin ve dahası küresel ekonominin en ikinci yüksek cari açığına sahip Türkiye, sıcak para bağımlılığından vazgeçmeyip önce İstanbul'u dünya emlak piyasalarına 'balonlaştırarak' sonra da hazır ve nazır Anadolu'yu tarihi, milli eser külliyatı, kıyıları, dereleri, vadileri yani tüm yaşam alanlarını 'sermayeleştirecek' kalkınmacı yasaların tamamını yürürlüğe sokuyordu...
TBMM'deki Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı'yla 'her türlü taşınmazın kamulaştırılması' sonra da 'satışına' olanak sağlanıyor ve yasalarla koruma altına alınmış SİT alanları, Milli parkların koruma kararları da 1. dereceden tarih oluyordu.
Tasarıda yer alan '2960 Boğaziçi Kanunu kapsamındaki alanların gözden geçirilmesi' ifadesiyle Boğazların imara açıldığını şıp diye anlıyorduk..
Ayrıca tüm tabiatı koruma statüleri iptal ediliyor ve böylece Milli Park Munzur Vadisi, Arılı, Çağlayan, İkizdere Vadileri gibi 1. derece sit alanı onlarca vadide binlerce HES inşaatı yasallaşıyordu...
Bu alanların tüm koruma yetkilerinin tamamen Çevre ve Şehircilik Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı'nda toplanması da tabii ki SİT alanı ve Milli Parkların TOKİ ve HES inşaatlarına ev sahipliği yapması demekti.
Ayrıca tasarı 'korunması gereken bu alanların' özel güvenlik görevlileri tarafından korunacağını bildiriyordu. Yani sermaye mülkiyetine geçirdiği suyu/toprağı kendi güvenlik ordusuyla yöre halkına karşı koruyacaktı.
Yine bir torba yasaya atılmış 'yapı denetim' yasa tasarısı da kıyılardaki doğal ve tarihsel dokuya 'koruma amaçlı imar planı hükmü uygulanamaz' hükmüyle kıyılarda dolgu ve kurutma işlemlerine başlatılarak kıyılarımız da duble şerit inşaata açılıyordu..
Bunun da ekonomik dildeki tercümesi kıyılara ister nükleer santral ister otel ister zehirli atık deposu yapabilirdiniz yeter ki kıyılarımızı boydan boya çimentolayalım adına da 'kalkınmanın böylesi görülmedi' diyelim!
Nihal Kemaloğlu/Akşam
Yorum Yaz