Yüksek binalar insan sağlığını tehdit ediyor!
Türkü şöyledir: "Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar". Şimdi yakılsaydı bu türkü herhalde "Yüksek yüksek binalara iş kurmasınlar" şeklinde olurdu
Türkü şöyledir: "Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar". Şimdi yakılsaydı bu türkü herhalde "Yüksek yüksek binalara iş kurmasınlar" şeklinde olurdu.
Çünkü çok zararı tesbit edilmiş. Her tür psikolojik bozukluk; sindirim, algı, hareket bozukluğu. Boğulma hissi, vesaire. Bilim adamları şunu keşfetmiş:
İnsanların hücreleri ile tabiattaki canlı cansız her yaratık arasında bir alış-veriş var; ve bu her iki tarafı sağlıklı kılıyor. Yüksek binalarda iş görenler bir bakıma canlı canlı mezara giriyor. Ama nedendir bilinmez dünyanın her yanında yüksek bina yapımı çılgınca devam ediyor.
Bu binaların İstanbul'un siluetini değiştirdiği de tartışıldı. Gerçekten de "sur içi" İstanbulu'na böyle bina dikmek yakışıksızdır, yersizdir, izin verilmemelidir, verilmiş ise bina yıkılmalıdır.
Lakin bu da yaraya merhem olmuyor. Yeni dünya eskisini boğmaya devam ediyor.
İstanbul'a Marmara cihetinden gelen her kişi, kubbeler ve minareler ile bir harika İstanbul silueti görüyor ama, başını az çevirince Maslak tarafında semalara yükselen gökdelenler ile ikinci bir siluet daha görüyor.
Hangisi İstanbul? Her ikisi de.
Sayın Başbakanın ilgiyle inşasını takip ettiği Mimar Sinan Camii de banka gökdelenlerinin gölgesinde kaldı. Acı ama gerçek.
İstanbul yüksek yüksek binalarla doldurulurken, sokaklar arabadan geçilmez oluyor. Trafik kangren. İşten çıkıp evine zar-zor varan kişinin zihni ve bedenî yorgunluğu o safhaya varıyor ki, içeri girer girmez bir sedire uzanıyor. Söz yok, hareket yok, neredeyse nefes yok; bir ceset sanki.
Trafik kangren, çünkü her gün İstanbul trafiği 500 ila bin arasında araba katılıyor. Bu arabalara yol bulmak için Kadir Başkan'ın açtığı tüneller yetmez, Boğaz'ın nefesini kesecek üçüncü köprü de. Ama insanlar araba almaya devam ediyor. Çıldırmış gibi. Televizyon ve basın reklamdan geçilmiyor. Bir gazeteyi açın yarısı site, rezidans, bina reklamı ile otomobil dolu.
Hormon, zehir kalıntısı, GDO derken "Gıda güvenliği" de son süt macerasından sonra büyük problem oldu. Bazı tıp adamları "paketlenmiş (yani fabrikasyon) her gıdadan şüphe edin, iyice inceleyin" diyorlar. Bazıları daha ileri gidiyor, paket süt alacağınıza, köylünün getirdiği sütü alın o daha sağlıklıdır diyor. (Diyor da köylü nerde, süt nerde). Peki uğruna deterjanlar tükettiğimiz hijyen ne olacak? İnsanlar otobüste bir yere el uzatıp tutunmaya çekiniyor, hiçbir şeye el sürülmüyor, sürekli tedirginlik içinde. Kardeşim otobüsün, metrobüsün tutulacak yerinden tutmuyorsun ama, araçtan indikten sonra soluduğun havada neler var biliyor musun?
Bu yüzden aileler çocuklarını sokağa salmıyor. Arada bir parka götürdüklerinde salıncakların iplerini ıslak mendil ile siliyorlar. Çocukların ne eli, ne ayağı toprağa değmiyor. Çiçek koparmaktan bile korkuyorlar.
Zavallı renksiz, hareketsiz, mızmız balkon çocukları.
Oyuncakları bile güvensiz hale geldi. Çin'den gelenler tümden zararlı imiş. Plastik yapıları, boyaları zehir kusuyor. Herhalde yeniden eski dünyanın tahta oyuncaklarına döneceğiz. Oyuncaktan geçtim, çocuklara naylon karışımı çamaşır, elbise giydirmekten çekiniyor insanlar. Naylon ve petrol, kullandığımız ilaçlara kadar sızmıştır. Bu havadis üzerine doğal ilaçlara, bitkilere, ağaç kabuklarına hücum ediliyor. Bilim adamları yine ikaz ediyor. Bu "şifalı otlar" faydadan çok zarar getirir, aman dikkatli olun.
Deli danayı, kuş gribini saymıyorum.
Sığırların sürekli kapalı yerde tutulması hem sütüne hem etine zarar veriyor. Bir de yedikleri yem. Tavuklar dahi aynı akıbeti bekliyor. Normalde iki ayda kesime gelecek piliçler, verilen ilaçlarla kırk günde kesiliyor. Öyle ki bu piliçlerin henüz kemikleri dahi tam oluşmuş değil.
Konutlar depreme dayanıklı değil, hastanelerden enfeksiyon kapılıyor, adliyede açılan davalar bir türlü bitmek bilmiyor. Şiddet her yanda kol geziyor.
Yüksek yüksek binaların yapıldığı şehirlerde güvenlik zayıflıyor. İnsanlar dış kapılarına üç beş kilit daha ekliyor. Sitelerin etrafı tel örgüler, yüksek duvarlar, kameralar ile çevriliyor. Bunlar yetmiyor, bir güvenlik ordusu siteyi bekliyor. İnsanlar etrafı surlarla kaplı ortaçağ şatolarına kapanmış gibi kimseyle görüşmeden, dışarı çıkmadan yaşıyor. Yaşasın steril hayat.
Ama tüm bunlar o içe işlenmiş tedirginliği yok etmiyor. İnsanlar güvenini kaybettiği için kimseye güvenmiyor.
Bir insanla münasebet kuracağına bir makinaya bağlanıyor: İnternet.
Teknolojiye dayalı medeniyetin bize sunduğu hayat bu işte. Yarasın.
Yenişafak
Yorum Yaz